Bölüm 5

9 1 0
                                    

Kapımın yumruklanmasıyla aralıyorum gözlerimi, kafam zonkluyor. Gözlerimi açıp etrafıma bakıyorum. Dün giydiğim kıyafetlerin buruşmuş bir şekilde yerde olduğunu görüyorum. Makyajımı sildiğim pamuklar komodinimin üstünde. Etrafıma iyice bakıp telefonumu arıyorum ve onunda kıyafetlerimin altında olduğunu görüyorum. Bir gecede odayı ne hala getirmişim böyle. Yinede makyajımı silmeyi akıl ettiğim için şükrediyor küçük bir parçam. Böyleyim işte, bazı sabahlar sadece gece makyajımı sildiğim için bile tebrik ediyorum kendimi. Bazen bazı sorunları görmezden gelmemiz gerektiğine inanıyorum bende odamın dağınıklığını görmezden geliyorum o yüzden.
Dün yaptıklarım geliyor gözümün önüne. Alkolü bırakmanın vakti geldi diye düşünmeden edemiyorum. Onunla resmen flörtleştim. Ben gerçekten Fatih'i aldatıyorum. Bir hatada kendim için yapmak istedim ama mantıklı mı bu? Kendim için bile olsa birini üzmek istemek mantıklı olabilir mi hiç? İşte bu asla görmezden gelmemem gereken bir sorun. Başka bir insanı incitmek göz ardı edilebilecek bir hata değil, olmamalı da. Hatta yapılmamalıda biliyorum ama yapıyorum. Gözlerimi güzel adamın gözlerinden alamıyorum. Artık biliyorum yeşil bakıyor bana gözleri.
Ben ne zaman bu kadar kötü bir insan oldum? Azıcık vicdanı olan bir insan bunu istemez biliyorum. Hele bu kadar uzun zamandır yanımda olan bir insana bunu nasıl yapacaktım? Bir insanı aldatmak bu kadar kolay olabilir mi? Oluyormuş, hem de öyle kolay oluyormuş ki asıl zor olan aldatmamakmış. İçimizdeki karanlığa teslim olmak çok kolayken aydınlığı bulmak fazla zor. Bütün ömrümü içimdeki aydınlığın peşinde geçirmem gerekirken ben karanlığa teslim olmuşum yavaş yavaş yok ediyorum bütün ışık kırıntılarını. En sonunda zifiri karanlıkla yalnız başıma kalacağım ve çok korkacağım. O zaman ne yapacağım? Yine mi keseceğim bileklerimi? Her yerim çamur ve kan içindeyken ağlayarak mı edeceğim son duamı? Son duamı, o zaman son gelecek çünkü biliyorum. Bedenim için olmasa da ruhum için olacak olan bu.
Adımlarım yanlış yollara doğru ilerliyor, belki de yanlış yollara doğru itiliyorum. Sadece akşamdan kalma olduğum bir sabah uyanıp bu kadar ciddi problemleri düşünmek istemiyorum. Bu kadar çok insanı incitmekte istemiyorum tabi ki. Makyajımı sildiğim için kendimi tebrik ettiğim noktada kalmak istiyorum. Daha fazlasını düşünmek istemiyorum, sadece kalkıp sert bir kahve yapmak istiyorum kendime. Evet sevdiğimin aksine. Sadece ayılmak için, daha fazla düşünmek için değil.
Herkesin bir sınavı olur derler ya sanırım benim sınavımda bu. Ben çok erken intihar etmişim asıl intihar etme hakkımı şimdi kullanmalıymışım. Komik değil mi? Sanki bir insan sadece bir kez intihar edebilirmiş gibi. Ben sadece intihar etmek istemiyorum, bunlarda benim tekrar aynı hatayı yapmamak için kendimi kandırma yollarım. Size söylemiştim beni onlar itti.
Hiç ölmek istemezdim ben, keserken bile bileklerimi. Nefes almayı severdim. Yorulmayı bile severdim bazen.
Kapım hala yumruklanırken yatağın içine gömülüp bir daha asla çıkmamak istiyorum. Yine de kalkıyorum yataktan. Yapmak zorunda olduğum için değil, bir parçam yataktan kalkmayı çok istediği için, kabul etmek bile istemesem de. Boy aynasındaki yansımam feci halde akşamdan kalma olduğumu yüzüme vuruyor. Uzun kırmızı tişörtümü giyebildiğim için şükrediyorum yinede, en azından aynı kıyafetlerle uyumamışım. Bu da güzel bir bakış açısı tabi.
Korkunç görünüyorum, dağılmış kaküllerimi düzeltmeye çalışıyorum elimle. En azından güzel bir şey de yaptım dün. Değişime başladım. Ne yönde bir değişime onu bilmiyorum işte. Her şeyi düzeltme kararı almışken büyük hataların eşiğinden döndüm dün ve Savaş etrafımda oldukça o hataların etrafında dönüp dolaşmaya devam edeceğimi biliyorum. Bile isteye o hataların etrafındaki çizgide yürümeye çalışmanın aptallık olduğunu da biliyorum ve bunu yapmamın büyük bir hata olduğunu da. Ve o ince çizgide düşmeden yürüyemeyeceğimi de biliyorum. Düşmek istemiyorum, bu kez hata yapmamak için değil kimseyi incitmemek için. 
Dağınık saçlarım ve mor gözaltlarımla kapıya doğru yürüyorum. Sabahın köründe kim acaba diye söylenmeden edemiyorum tabi. Ezgi diyeceğim ama onun bu saatte gelme ihtimali olduğunu düşünmüyorum. Onun dışında kim olabilir ki? Zaten benim kaç tane arkadaşım olabilir ki?
Kapıyı açtığımda küçük bir küfür kaçıyor dudaklarımdan. Ve hemen utanıyorum ettiğim küfür için. Ama bu adamın burada, bu saatte ne işi var ki? Karşımda elinde iki bardak kahveyle duran Savaş gülümseyerek bakıyor bana. Ay birde gülümsüyor. Şu an ölmek istiyorum, bu kez utancımdan. Suratım, tişörtüm, düzgün silemediğim ve her yerime bulaştırdığım makyajım ve iğrenç gözüken saçlarım. Gerçekten tam şu anda yer yarılmalı ve içine girmeliyim.
Dün olanlardan sonra bile aklı başına gelmedi mi bu adamın? Benden koşarak uzaklaşması gerekiyor ve o bunu anlayamayacak kadar aptal değil. Yine de ısrarla anlamamazlıktan geliyor. Zaten biz insanlar kabul edemeyeceğimiz şeyleri hep anlamamazlıktan geliriz. Sanki biz anlamayınca gerçek olmayacakmış gibi, oysa ne alaka. Gerçek her zaman gözümüzün önünde durmaya devam edecek. Yinede biz onu anlamıyoruz çünkü anlamak kabullenmek demek.
Kabullenmeyince o gerçek mucizevi bir şekilde yok olmayacak. Asla olmaz, biliyorum çünkü bende çok bekledim görmezden gelerek. O yüzden görmezden gelmiyorum bu kez ince bir çizginin üstünde dengede kalmaya çalıştığımı. Çok fena rüzgar var dışarıda bir an önce inmezsen düşeceğimi biliyorum.
"Günaydın uykucu" diyor.
Hala gülümsüyor. Sinirlerimi bozmak için elinden geleni yapıyor sanki. Günaydın yakışıklı diye düşünüyorum yine de. Çünkü sinirlerimi bozuyor olsa bile hala son derece yakışıklı. Çünkü düne rağmen buraya gelmiş olması sadece sinirlerimi bozmuyor aynı zamanda çokta mutlu ediyor beni. Ama sormayın o soruyu, neden demeyin. Diyorum ya bilmiyorum nedenini.
"Günaydın" diyorum.
Gülümsediğimi fark ediyorum. Gülümsemek istemiyorum aslında. Hemen yüz ifademi değiştirip boş gözlerle bakıyorum Savaş'a. Bana biraz alan vermesi gerekmez mi? En azından dün yaptıklarımı sindirecek kadar alan. Kendisini bu kadar gözüme sokmasına gerek yok ki, ben onun bütün mükemmelliğinin farkındayım zaten. Ama o bu kadar mükemmelken ben çok çirkinim. Sizde görüyorsunuz değil mi bunu? İçimdeki bütün ışıkları tek tek söndürüşümü görüyorsunuz. Bütün ışıklar söndüğünde siz gideceksiniz ve ben zifiri karanlıkta tek başıma kalacağım. İşte bu korkutuyor beni.
Yok olmakta korkutuyor ama en çokta yok olana kadar yaşayacaklarım korkutuyor beni. Kötü bir insan olmak istemiyorum yavaş yavaş kötü bir insana dönüşürken. Ne Savaş'ı nede Fatih'i incitmek istemiyorum. Öğretmen olmakta istemiyorum mesela. Ya da evlenmek onu da istemiyorum. Sabahları kahvaltı etmeyi de sevmiyorum özelliklede işin hazırlama kısmını. İstediğim şeylerde var ama hiçbir şey istemeyen bir kadın değilim. Dünyayı gezmek istiyorum mesela, gezdiğim her yeri anlatmak istiyorum insanlara, yeni tatlar keşfetmek istiyorum, bir şehirde bir aydan uzun süre kalmadığım bir hayat istiyorum, Fatih'ten ayrılmak istiyorum ve Savaş'ı öpmek istiyorum delicesine hem de. Yapamayacağım her şeyi istiyorum yani. 
"Ellerim dolu olduğu için kapıyı tekmelemek zorunda kaldım rahatsız etmedim inşallah?" diyor.
Dudağımı ısırıyorum gülmemek için. O, o kadar şirin ki karanlığa çekildiğimi bile bile ona doğru yürüyorum. Yürümek istiyorum, eğer en sonunda yalnız kalmayacağımı bilseydim o karanlıkta koşardım da belki ama biliyorum yalnız kalacağım. Çünkü herkes kendi karanlığında yalnızdır.
İşte bu yüzden korkak adımlar atıyorum. Yine de yürümeden duramıyorum yani. Onu bir görseniz sizde hak verirsiniz bana. Onu görüp de ona doğru yürümemek mümkün olan bir şey değil. Yeşil gözleri size de böyle güzel bakıp "gel" deseydi sizde giderdiniz ona. Koca bir ateşin arkasından bakıyor bana, ona ulaşamadan önce yanacağımı biliyorum ama bu bile yürümeme engel olamıyor. Neden demeyin cevap çok basit çünkü yanmadan önce bir kez onu çok yakından görebileceğim.
"Hım demek o yumruk değil tekmeydi" diyorum gülümseyerek.
Küçük bir kahkaha kaçıyor dudaklarından, konuşmadan önce.
"Kesinlikle" diyor.
Gülümsemeye devam ediyorum. Ne demem gerektiğini bilmiyorum sadece onu görünce gülümsemek istediğimi biliyorum. Elindeki dolu kahve fincanlarından birini elime tutuşturup kapının pervazına yaslanıyor ve kahvesinden bir yudum alıyor. Güzel kahve kokusu burnuma dolarken ne kadar aç olduğumu fark ediyorum. Bir yudum da ben alıyorum kahvemden. Onun benim için yaptığı kahveden. Kahvenin yumuşacık tadı keyiflendiriyor beni. Ayılmam için yeterince sert değil ama en sevdiğim şekilde.
Onu gördüğüm zaman sonumun ne kadar kötü olacağını ya da nasıl bir karanlığa yürüdüğümü düşünemiyorum. Sadece iyi şeyler düşünebilirmişim gibi hissediyorum onu görürken. Mesela benim için kahve yapması, mesela güzel gözleri, mesela dünya şu an çok güzel. Çünkü o bütün güzelliklerin birleşmiş ve hayat bulmuş hali. O çok parlak, onun içindeki bütün ışıklar yanıyor görüyorum. Karanlığa yürüyorum ama karanlık çok parlak. Yani ateşe yürüyorum ama üşüyordum ısınıyorum.
"E iyi uyudun mu bari?" diyor.
"Bebek gibi" diyorum.
İkimizde küçük bir kahkaha atıyoruz. Aslında nasıl uyuduğumu bile bilmiyorum zaten o da bebek gibi uyuyamadığımı biliyor.
"Beni içeri almayı düşünmüyorsan söyle şuraya oturayım" diyor gülerek.
Onunla birlikte küçük bir kahkaha atıyorum konuşmadan önce. Derin bir nefes alıyorum. Onu evimin içinde gördükten sonra evimin geleceği hali düşünüyorum. O içindeyken çok güzelde o çıktığında bu kapıdan ben nasıl nefes almaya devam edeceğim bu evin içinde? 
Evimin içindeki en güzel tablo olacak o ve ben hep ona bakmak isteyeceğim. En rahat koltuğuma oturup kahvemi yudumlarken onu izlemek isteyeceğim. Çünkü o masamın üstündeki o korkunç vazo değil. Çünkü o Savaş. En güzel resim.
"Affedersin geç tabi" diyorum.
O salona doğru yürürken bende peşinden yürüyorum. Ve küçük bir an için onu evimde görmenin ne kadar harika olduğunu düşünüyorum. Giderek çirkinleşiyorum, sizin gördüğünüzden çok daha çirkin hem de. Zaman zaman böyle ayağım kayıyor işte o çizginin üstünden düşmem için. 
"Dün için özür dilerim" diyorum koltuğa yanına otururken.
Koltuğa iyice yerleştikten sonra cevap veriyor.
"Ne özrü ben çok eğlendim" diyor.
Dalga geçtiğini düşünerek uzun uzun bakıyorum suratına. Adamı yorabileceğim kadar yordum ve o çok mu eğlendi, yok artık. Ben bile sinirlendim kendime bir başkası nasıl dayansın ki?
Ve o flörtleştiğim an, kim bilir neler düşündü benim hakkımda. Parmağımda bir yüzük taşıyorum ben. Bana yakışsa bile o yüzüğe yakışmıyor yaptıklarım. Hele Fatih'e, ona hiç yakışmıyor. Benim burada neler yaptığımı bilse kim bilir nasıl bir hayal kırıklığına uğrar. Peki ya kalbi, beni hiç sevmeyen o büyük kalbi ne kadar kırılır kim bilir. Bu kez de ben ölürüm onun gözlerinde.
"Dalga geçmiyorum" diyor.
Kahkahamı bastıramıyorum. Bunu düşündüğümü de nasıl anladı şimdi?
"Sen nasıl?" diyebiliyorum.
"Bakışların ne düşündüğünü belli ediyor" diyor.
Birden büyük bir korku kaplıyor her yanımı. Dün gece kafamın içinden geçenler geliyor aklıma. O kadar iyi anlıyor olamaz herhalde. Eğer öyleyse ülkeyi terk etmek için çok iyi bir zaman şu an.
O gamzelere dokunmak istediğimi de anlamış mıdır acaba. Sanıyorum ki anlamıştır hayran bakışlarım yüzünden. Ve her seferinde onu büyülenerek dinlememde hiç yardımcı olmuyor tabi ki bana.
"Kahve güzel olmuş" diyorum.
Sadece konuyu değiştirmek için değil ama kahve gerçekten çok güzel olduğu için. Kahve çok güzel ve ben hep onu övmek istiyorum. Sadece hak ettiği kadar ama zaten daha fazlasının mümkün olduğunu düşünmüyorum. 
"Afiyet olsun" diyor.
"Gerçekten dün için özür dilemem gerekmiyor mu?" diyorum.
"Gerçekten artık yaptığın ve yaparken mutlu olduğun şeyler için insanlardan özür dilemeyi bırakmalısın. Tamam sen zaten çok güzelsin ama kendin olduğunda çok daha güzelsin" diyor.
Dünyanın en güzel cümlelerini kuruyor hiç utanmadan. Hiç utanmadan ve bütün bu cümleleri bana yakıştırarak. Sanki ben çok kötü biri değilmişim gibi, sanki dün çok yanlış şeyler yapmamışım gibi, sanki koca bir hata çizgisinin üstünde dengede kalmaya çalışmıyormuşum gibi. Sanki ona böyle hayran hayran ve arkadaştan daha fazlasıymış gibi bakmıyormuşum gibi. Onun yanında olmanın büyük bir hata olduğunu ve çok yanlış yaptığımı bildiğim halde sanki ben iyi biriymişim gibi hissettiriyor. O kadar inanarak kuruyor ki cümlelerini bende inanıyorum ona. Ama sadece bir anlığına. Geri kalan zamanlarda onun bütün hatalarımın nedeni olacağını biliyorum. Ondan kaçamayacağım için değil ondan kaçmak istemediğim için. Her şeyden kaçmışken, hatta vaktinde yaşamaktan bile kaçmaya çalışmışken ondan kaçmak istemediğim için.
Bir şeyler kaçmak istediğimde bile gitmek istediğim yerin onun yanı olduğunu bildiğim için belki de.
"Sen öyle görüyorsun" diyorum.
"Evet diğer herkes gibi" diyor.
"Kimse, hiç kimse hem de beni öyle görmüyor Savaş sadece sen kabullen bunu" diyorum.
Küçük bir hayal kırıklığına uğruyorum bu cümleyi kurarken. Bütün bunları zaten biliyorum evet ama yinede üzüyor beni işte. Hem de her seferinde. Sadece düşündüğüm zamanlarda bile üzüyor. 
"Bu öyle olmadığın anlamına gelmiyor, onların kör olduğu anlamına geliyor" diyor.
Kendinden o kadar emin ki gerçekten inanmak istiyorum ona, sadece bir anlığına değil her an. Güzel olduğumu düşünmek istiyorum. Sadece aynadaki yansımamdan bahsetmiyorum gerçekten güzel bir insan olmaktan bahsediyorum.
Bir günü, sadece bir günü hiç ne kadar kötü bir insan olduğumu düşünmeden geçirmek istiyorum. Kimsenin bana şımarık bir kız çocuğuymuşum gibi davranmadığı bir gün geçirmek istiyorum. Ya da sadece Savaş'la geçirmek bir günü. Bir günü onunla geçirmek bütün hayallerime kavuşmak gibi.
"İflah olmaz bir gevezesin" diyorum birden.
Buda nereden çıktı değil mi? Sadece hala onunla konuşabiliyorken düşündüğüm her şeyi söylemek istiyorum. 
"Bu kötü bir şey mi?" diyor.
Gün gelince onunla bir daha asla konuşmamak üzere ayrılacağımızı biliyorum. Kimsenin bana tahammül edemediği gibi onun da tahammül edemeyeceğini biliyorum.
"Seninle tanışana kadar kötü sanıyordum ama şimdi öyle olmadığını anladım" diyorum.
Gitme. Giderken bile çok güzelsin biliyorum ama gitme. O kadar da kötü biri değilim aslında Savaş Öztürk.
"Çünkü önemli olan konuşuyor olman değil ne konuşuyor olduğun" diyor bilmiş bir edayla.
Zaten bildiğini biliyorum.
Zaten gideceğini biliyorum.
Bütün bu konuşmalar sırasında sürekli gülümsüyor. Sanki bütün dünya mükemmelmiş ve dünyada hiç acı yokmuş gibi. Her seferinde bunu söylediğimin farkındayım ve dünya mükemmel olmasa bile insanların çok güzel gülebileceğini biliyorum ama Savaş gülümsemesiyle söylüyor bütün bunları. Ben insanların gülümsemesinden bunu çıkartmıyorum sadece Savaş'ta böyle çünkü o gülümseyerek dünya mükemmel diyor bana. Diyor biliyorum, duyuyorum onu.
Ayaklarımı popomun altına alıp biraz daha ona doğru dönüyorum. Kahvemden büyük bir yudum alıyorum. O kadar güzel gözüküyor ki onun hep bu kanepede oturması gerekiyor diye düşünüyorum. Hayatım boyunca gördüğüm en güzel manzara Savaş. Bir adamın bu kadar mükemmel olabileceğini asla tahmin edemezdim. Keşke çok daha önce tanışsaydık o zaman her şey daha farklı olabilirdi. Daha önce tanışmış olsaydık şu anda Fatih'le aldığımız bu koltukta oturuyor olmazdı en azından. Fatih'le aldığım bir koltuğa en çok Fatih'in yakışması gerekmez miydi?
Bir şeyler daha doğru olsaydı keşke. Eğer bir şeyler daha doğru olsaydı şimdi elimdeki kahveyi sehpanın üstüne koyup kucağına yatardım. Başım dizlerindeyken gözlerimi kapatır saçlarımla oynamasının verdiği huzuru iliklerime kadar hissederdim. Belki yeterince yatarsam uykum gelirdi ve onun kucağında ömrümün en huzurlu uykusunu uyurdum. Biliyorum ömrümün en huzurlu uykusu olurdu. Onun güzel ellerinden huzur akardı saçlarıma.
Hayaller güzel, gerçekten öyleler. İşin tek kötü kısmı gerçek olamayacak kadar güzeller ve gerçek olmuyorlar da. 
Zaman çok önemli biliyorum, kaybedecek hiç zamanımız yok bunu da biliyorum ama yinede hiçbir şey için acele etmemeli insan. Özelliklede aşık olmak için. Yıllarca biriyle uyuyup günün birinde çok başka bir insana aşık olursanız eğer işte o zaman tam olarak ne demek istediğimi anlarsınız. Kaybedecek zaman yok evet ama yanlış yerlerde geçirilecek zamanda yok. O yüzden Savaş haklı beklemeyi öğrenmeliyiz. Kendi ilk yardım çantamızı beklemeyi öğrenmeliyiz.
"Bana niye öyle bakıyorsun?" diyor Savaş.
"Nasıl?" diyorum.
Aslında nasıl baktığımı çok iyi biliyorum sadece onun anlamamış olmasını umuyorum. İçten içe anladığını düşünsem bile. Hatta küçük bir parçam onunda bana aynı şekilde baktığını söylese de anlamamazlıktan geliyorum her şeyi. Bunun mümkün olamayacağını biliyorum.
"Bir şey düşünür gibi" diyor.
"Gözlerinin ne kadar güzel bir yeşil olduğunu düşünüyordum" diyorum gülerek.
Küçük bir kahkaha atıyor.
Tam oraya dokunmak istiyorum. Gülüşünü olduğundan daha da mükemmel hale getiren o minik dokunuşa. O güzel gamzelerinden bahsediyorum elbette. Parmaklarım oraya doğru ilerlemek istiyor, güçlükle tutuyorum onları. Bu adamın beni bu kadar kendine çekebilmesi tuhaf gelmiyor artık. Her zaman güzel olan gamzeleri bile onu tanıdıkça daha da güzelleşiyor.
Eskiden iyi insanların varlığına inanmazdım şimdi ise bütün kalbimle inanıyorum sadece Savaş'ı tanıdığım için. Belki annesiyle ilgili anlattığı o küçük hikayeden, belki ısrarla benden nefret etmeyişinden dolayı. Tam olarak neden bilmiyorum ama sadece onun sayesinde bunu biliyorum. Onun gözleri ısrarla iyi insanlar var derken buna inanmamak çok zor olurdu zaten.
İnanmazsınız ama artık bir şeyleri düzeltebileceğime dair büyük bir inanç var içimde. Kaç gün oldu ki bu adamı tanıyalı? Kaç günde filizlendi içimdeki bu umut? Kafamın ve kalbimin içindeki her şeyi çözeceğimi biliyorum. Ve bütün bunları Fatih gelmeden yapacağım bunu da biliyorum. Hepsi onun sayesinde. Belki de o bana gönderilen bir melektir, zaten bir insanın bu kadar iyi olması mümkün olmamalı.
İçimdeki sönen ışıkları tek tek açacağım bunu da biliyorum. Karanlığa gitmek çok kolay ama ben asla teslim olmayacağım. Çünkü Savaş bana umudun varlığını gösteriyor, çünkü o iyi insanlar varlığının büyük bir kanıtı... Belki de sadece çünkü Savaş demeliyim çünkü onun ismi bütün sorularımın cevabı.
"Teşekkürler ama ela" diyor.
"Kesinlikle yeşil" diyorum.
Sen kabullenene kadar ısrar edeceğimi biliyorsun Savaş Öztürk bu kadar itiraz etmene ne gerek var?
"Hadi kalk doktora gidiyoruz" diyor.
"Ne? Diyorum şaşırarak ve gülerek.
"Gözlerine baktırmamız lazım kesin bir şey var" diyor.
Cümlesi bittiği anda kahkaha atmaya başlıyor. Benim kahkahamda onunkine karışıyor. Onunki kadar güzel değil ama yinede eşlik ediyor işte. Onunla birlikte gülmek bile o kadar eğlenceli ki. Sağ kulağımı koltuğa yaslıyorum görüş alanımı genişletmek için, şimdi tamamen ona doğru dönmüş durumdayım. O harika bir manzara. Onu asla öpemeyecek olmam çok acı bir hikaye. Yinede en azından onunla birlikte gülebiliyorum bu bile çok keyifli. Bir insanın bir insana elini bile tutmadan çekilebileceğini hiç düşünmezdim. Şimdi çok daha iyi anlıyorum duyguları. Kalplerin dokunmaya ihtiyacı olmuyormuş hatta bazen görmeye bile. Onu görmesem de, yanımda olmasa da gözlerimi her kapattığımda onu hissedebiliyorum artık. Oysa daha kaç gün oldu ki? Bir insana bu kadar çabuk kapılabilir mi insan? Belki de aşkın olayı budur kim bilir. Aşk birden olur derlerdi zaten de ben inanmazdım. Demek ki gerçekten öyleymiş.
Ve evet aşk yakıyormuş. Bu aşk mı bilmiyorum desem de yanıyorum. Ama asla şikayetçi değilim. Sonuçta beni yakan bu ateş Savaş'ın ateşi. Benim küçük yüreğim onun ateşine bile razı.
Cevap vermiyorum. O da benim gibi oturup sol kulağını koltuğun arkasına yaslıyor. İkimizde fincanlarımızı sehpaya bırakıyoruz aynı anda. Sonra aynı pozisyona geçip birbirimizi izlemeye başlıyoruz karşımdaki başka biri olsaydı çok tuhaf hissederdim belki de ama şimdi hiç tuhaf hissetmiyorum, sanki onunla konuşmadan da anlaşabiliyorum. Kelimelerin yetmediği noktada susuyoruz sanki, böylesi çok daha açıklayıcı bizim için. Böylesi çok daha güzel ayrıca, en azından bizim için. Ve bize özgü. Kimsenin bilmediği sadece bize ait olan bir dil.
Güzel gözlerine bakıyorum uzun uzun. O anlamlı bakışlarının altında eridiğimi hissediyorum. Bir adam nasıl bu kadar güzel bakabilir aklım almıyor. Dudaklarına iniyor gözlerim. İnce biçimli dudaklarına. Dudakları güzel gamzelerini ortaya çıkartacak şekilde gülümsüyor. Gerçekten dokunmak istiyorum o güzel gamzelerine. Porselen teninde özenle yapılmış gibi duruyor ve yemin ederim dünya üzerindeki hiçbir insanın gamzesi onunki kadar güzel olamaz.
Adamın teni bile parlıyor, insanın gerçek olduğuna inanası gelmiyor. Sol elimi kaldırıp yavaş bir şekilde sağ yanağındaki güzel gamzesine doğru ilerletiyorum. Birkaç santim kalınca donup kalıyor elim. Gerçekten dokunmak istiyorum ama yapamıyorum. Sadece bir kere, sadece bu seferlik, sadece sevmek istiyorum güzel gamzelerini. Gözlerine bakıyorum beni kurtarmasını isteyerek ama gözlerinin kapalı olduğunu görüyorum. Sabırla bekliyor yapacağım şeyi. Yapamıyorum. Bu güzel adama dokunmam bile yasak. Çünkü zamanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu unutup çok aceleci davrandım vaktinde. İşte tamda bu yüzden bu güzel adamın güzel gamzelerine dokunamıyorum. Ağlamak istiyorum ama ağlayamıyorum. Tek istediğim bir kere, hissettiğim her şeyi anlatmak istercesine dokunmak ona. İşte o zaman bütün yanlışlığımıza rağmen dünya çok daha güzel bir yer olacak biliyorum. Yinede dokunamıyorum, bu kez hata yapmamak için değil Savaş'a haksızlık yapmamak için. Elim kucağıma düşüyor bana sonsuzluk kadar uzun gelen saniyeler sonra. Bir kez daha şaşırıyorum zamanın göreceliğine. Gözleri açılıyor merakla. Buruk bir şekilde gülümsüyorum. O anlayışlı bakışlarıyla bakıyor gözlerime. O da buruk bir şekilde gülümsüyor. Hiç konuşmadan anlaşıyoruz, tuhaf bir dil aramızdaki. Hiç biriyle aramda böyle özel bir dilin oluşabileceğine inanmazdım. İnsanlar ben bağıra çağıra kendimi anlatırken bile anlamazdı beni Savaş ise bütün sessizliğimin dilini biliyor. Adam sessizliğimin dilini biliyor ve ben bu adama dokunamıyorum bile. Düşünsenize elini bile sıkamıyorum. Bu güzel adamın bana ne kadar yasak olduğunu düşünsenize bir. Sizin de kalbiniz acımadı mı? En azından anlamadınız mı yüreğimin ne kadar yandığını?
Biz ne yapıyoruz böyle. Nereye gidiyor bütün bu şeyler. Şeyler, gerçekten şeyler, bu şeyler ne? Adını koyamadığım ama beni mutlu eden şeyler. Ben nereye gidiyorum derdim eskiden şimdi biz nereye gidiyoruz? Yürüdüğüm yol o kadar hızlı değişiyor ki, ben daha nerede olduğumu bile anlamadan bir bakıyorum çoktan başka bir yere gelmişim. Oysa böyle bir yerin varlığını bile bilmiyordum.
Önümde çok uzun bir yol var biliyorum ama sadece bu yol bitmeden kendime tutunabilmeyi umuyorum. Sürekli bir şeylere ve birilerine tutunmaya çalışmaktan yoruldum artık. Ama farkında olmadan ve bu kez hiç uğraşmadan Savaş'a tutunduğumu hissediyorum. Bunun beni korkutması gerekirken beni mutlu etmesine bile şaşırmıyorum. Savaş söz konusuyken hiçbir şeye şaşırmamam gerektiğini biliyorum artık. O yüzden ben ona tutunmuşken onunda bana tutunduğuna şaşırmıyorum, bana hiç dokunmadan elimi sıkı sıkı tutuşu tuhaf gelmiyor.
Sağ elini yavaşça kaldırdığını görüyorum Savaş'ın. Ne yapacağını merakla bekliyorum. Elini saçlarıma yaklaştırıp bekliyor. İzin vermemi beklediğini anlıyorum. Benim saçlarımı sevmek için bile izin vermemi bekliyor ellerimi sıkı sıkı tutan adam. Bende izin vermek istiyorum ama veremem. Saçlarım tam şu anda her şeyi boş vermek istiyor. Eğer saçlarıma dokunursa saçlarım çok mutlu olacak. Yinede izin veremiyorum, gözlerimi kapatıyorum sadece. Derin bir nefes alıyorum. Elimi elinin üstüne koyup ellerin hep saçarlımda olsun demek istiyorum. Kimsenin benim saçlarımı onun gibi sevemeyeceğini biliyorum. Nasıl bildiğimi bilmiyorum sadece biliyorum işte.
Birkaç saniye sonra gözlerimi açtığımda onun elinin de kucağına düştüğünü görüyorum. Gözlerim doluyor, canım çok yanıyor gerçekten. Bu sefer tam anlamıyla bir çıkmazdayım. Çıkış yolu nerede bilmiyorum. Savaş'tan çok uzağa gitmem gerektiğini biliyorum ama gitmek istemiyorum. Gidemiyorum. Ondan uzağa giden yollar mayınlarla dolu, korkuyorum.
Bazen öyle bir noktaya geliriz ki aslında yola çıkarken çok başka bir yere gitmek istediğimizi çok iyi biliyoruzdur. Attığımız adımlar mıdır bizi buraya getiren yoksa bizi ittiren insanlar mıdır bilmiyorum. Sadece neresi olduğunu bilmediğimiz bir yerde durup etrafımıza bakarız ve bu yere gelmemize neden olan şeyi ararız. Bende öyleydim, etrafıma bakıyordum ve buraya hiç gelmek istemediğimi düşünüyordum. Ben yürümemiştim buraya insanlar itmişti beni. Ama sonra etrafıma bakarken Savaş'ın güzel gözleriyle karşılaştı gözlerim ve her şey anlam kazandı. Sadece onun gözleriydi her şeyin bir anlamının olmasını sağlayan. Artık bir nedeni olduğunu biliyordum ve neden buraya geldiğimi anladım. Her adımımın ona yaklaşmak için olduğunu anladım. Aslında kimse itmedi beni ben geldim buraya kendi ayaklarımla ve çok isteyerek. Belki geç kaldım belki de erken geldim ama artık biliyorum ki çok isteyerek geldim ben buraya.
Sürekli beni ittirdiklerini söylerken birden bu kanıya varıyorum ve bunu tek sebebi bu adam. Benim kahramanım olan adam. Yinede geldiğim, gelmeyi çok istediğim bu yerde her şey yanlış üstelik çok doğru hissettirirken. Pişman bile olmak istemezken ben vicdanım kemiriyor içimi. Git diyor, bir an önce git bu adamdan çok uzağa. Bu adamdan çok uzak diye bir şey yok ama. Kalbimi söküp atabilirsem eğer işte o zaman bu adamdan çok uzağa gidebilirim, hatta belki o zaman bile gidemem. Bu adam benim bütün hücrelerime yayıldı, damarlarımdan akan kanın içinde bile o var. Ondan uzak diye bir şey yok o yüzden. Yinede gitmek zorunda olduğum gerçeği var. Kaçmak değil bırakmak. Pes etmek değil en doğru olduğunu bildiğim şeyi yapmak. Çok ağlamak belki ama kimseyi çok ağlatmamak için. Bu kez güçlü olmak için değil en güçsüz halimle bile yaşamayı öğrenmek için. Zor kararlar almak gerekiyor yaşamaya devam edebilmek için. Belki en doğru haliyle değil ama kendi doğrumuzdan şaşmadan.
Gitmem gerekiyor Savaş. Ne zaman ve nasıl yaparım bilmiyorum ama senden çok uzağa gitmem gerekiyor benim güzel kahramanım. Keşke bu kez de sen itsen beni senden çok uzağa.
Ama sen kimseyi itmezsin biliyorum. Senin güzel kalbin bu kadarını kaldıramaz çünkü. Sen kimseyi incitmeyen adamsın.
O güzel güzel gözlerimin içine bakarken eriyen kalbimi görmezden gelmeye çalışıyorum. Bütün yüzünü dikkatlice inceliyorum. Yüzünün her hattını ezberlemeye çalışıyorum. Önce gamzelerini tabi ki ama asla güzel gözlerini unutmadan. Bir süre sonra, muhtemelen birkaç saat sonra gözlerimiz kapanıyor. Başımın koltukta değil de onun dizlerinde olduğunu hayal ediyorum böylesi çok daha huzurlu. Yinede bu da kötü değil. Onu izleyerek uyuyakalmak yani. Aynı koltukta ve hiç dokunmadan olsa da. Çünkü yinede aynı koltukta.
Benim evimde de onun bir izi var artık. Benim evimde de, benim hayatımda da, benim bedenimde de onun bir izi var artık.
Gülümsüyorum.
Romantik bir filmin içinde gibi hissediyorum kendimi. Sadece bu filmin sonunun kötü biten o filmlerden olmasını istemezdim. Ya da en azından kız adamı bir kez olsun öpebilsin isterdim her şeye değmesi için. Yinede şükrediyorum onu tanıdığım için çünkü onunla hiç tanışmamışta olabilirdim. O zaman hayatım çok anlamsız olurdu. Böyle güzel bir adamın varlığını bilmeden yaşamak istemezdim. Ona dokunamasam da, onu öpemesem de, o var burada benimle birlikte.
Sarılamasak da birlikte uyuyoruz.

KAHRAMANWhere stories live. Discover now