Gece yarısı, telefonumun yatağı titretmesiyle uyandım. En son Esma ve Helin'le konuştuktan sonra uyuyakalmış olmalıydım. Yastığımın altından telefonumu elime aldım ve kırılmış olan ekrana baktım. Telefon çalışıyordu ama yine de ekranının tamir edilmesi gerekiyordu.
Saat 04.36'ydı ve arayan Demir'di.
"İyi misin?" diyerek telefonu açtığımda bana, "Üçüncü kez aradığımda açtın," diyerek karşılık verdi. "Bazılarımız zor bir gün geçirdi," dedim, söylediğim şeyin ne kadar aptalca olduğunu anlamam bir saniyemi aldı. "Yani, öyle demek istemedim, özür dilerim," yatakta doğruldum.
Demir "Önemli değil. Kapıyı aç," dediğinde şaşırdım.
"Kapı mı?" dediğimde, sesimi kontrol altında tutmam gerektiğini kendime hatırlattım. Eniştem beni eve bıraktıktan sonra karakola geri gitmişti, ona bu gece uyku yoktu fakat halam ve kuzenim benimle burada uyuyorlardı.
"Evet. Kapı. Çabuk ol."
Telefonu kulağımda tutmaya devam ederken yataktan kalktım ve odamdan çıktım. Salondan geçip kapıya ulaştığımda yavaşça kilitleri açmaya başladım.
"Demir, aklından ne geçiyor bilmiyorum ama," diye fısıldarken, kapıyı açtım ve onu karşımda görmemle tam anlamıyla uyanmış oldum.
Onu görmeyeli yaklaşık beş saat olmuştu. Altında gri bir eşofman, üstünde siyah, kapüşonlu bir hırka vardı. Hırkasının fermuarını açtı, kapüşonunu indirdi ve içeri girdi.
Tek kelime etmeden salondan geçip odama doğru ilerlemeye başladığında, kapıyı kapattım ve tekrar kilitledim. Onun arkasından odama girdiğimde hırkasını çıkarıyordu.
Şaşırmıştım ve onu izliyordum.
"Yatmayacak mısın?"
Ben uzun kollu, kalın pijamalarımla dururken onun üşüyüp üşümediğini merak ediyordum. Odamın kapısını kapattım.Yanına, yatağa oturdum.
"Gözün çok acıyor olmalı," dediğimde, bana "Aynaya bakmadım. Morarmış mı?" diye sordu.
"Evet, fazlasıyla. Eve gider gitmez keşke buz koysaydın," dedim.
"Söyleyene bak," deyip sol elimi tuttuğunda, kolumu kendine doğru çekti ve bileğime baktı. Yaraların üstüne dokunduğunda yüzümü buruşturdum.
"O adamı öldüreceğim," dedi ve elimi yavaşça yatağın üstüne bıraktı. Ardından başının altındaki yastığı daha çok rahat edebileceği bir konuma getirdi ve kollarını başının altında birleştirdi. Tavanımda duran fosforlu yıldızlara bakıyordu.
"Bunları sen mi yaptın?" diye sorduğunda "Hayır, aslında geçen sene doğum günümde Arda," diye cümleme başladım ve Demir'in Arda'nın adını duyduğunda gerildiğini hissettim. "Şaşırmadım," dedi.
Hayatımda geçirdiğim en zor günlerden birini yaşamıştım ve benden daha da kötü bir gün geçiren biri varsa, o da Demir'di. Babasının cesedinin önünde yaşadıkları yetmezmiş gibi, bir de ölümden dönmüştü. Hepimiz bu gece hayatımızı kaybedebilirdik. Arda olmasaydı herhalde oradan sağ kurtulamazdık.
Arda. Ne kadar aptaldım ben. Onunla aramı bir an önce düzeltmem gerekiyordu. Ama şimdi değil, şu anda değil. Şu an Demir'in yanında olmalıydım.
Konuyu değiştirmek için "Annen nerede?" diye sorduğumda "Güvenli ev mi, korumalı ev mi, bilmiyorum her ne boksa onda işte. Olanları duyunca teyzem, annemin ailesinden kalan tek kişi yanımıza geldi ve onunla kalabileceğini söyledi," dedi.
Demir benimle konuşurken, gözlerini tavandaki gezegen ve yıldızlardan çekmiyordu. Onun ruh halini tahmin edebiliyordum. Yanına uzandım ve başımla elimi göğsüne koydum. Üzerinde bir tişört olmasına rağmen, kalp atışlarını çok yakın ve net bir şekilde takip edebiliyordum.

YOU ARE READING
Karanlık Lise 2
Teen Fiction"Ben uzun zamandır hiçbir şeyden emin olamıyorum. Bir sabah kalkıyorum, yaşamak istemediğimi düşünüyorum. Hayatta kaybettiklerin kazandıklarından fazlaysa yaşamanın ne anlamı var ki? En son ne zaman bir şeyi kazandığımı, en son ne zaman mutlu olduğu...