Bölüm 20: "İki Bağlı Yürek"

10.8K 736 128
                                    


Gözlerimi ön camdan çekip yanıma düşürürken suratımda önüne geçemediğim bir tebessüm vardı. Mutluydum çünkü Buğra'yla ilk kez birbirimize karşı bu kadar saydam, bu kadar samimi olmuştuk. İlk kez birbirimize çekinmeden dakikalar boyu bakmış, dakikalarca aralıksız konuşmuş ve okula gitmek adına arabaya binmiştik. Mavi harelerim sırasıyla onun düz saçlarında, kıvrımlı kirpiklerinde ve kirpiklerinin süslediği kehribar gözlerinde, düzgün burnunda, dolgun ve koyu renkli dudaklarında gezinirken bana dönmesi beni afallattı ve utanarak ellerimi istemsizce yanaklarıma bastırdığımda gülümsediğini görerek mırıldandım. “Bakmasana öyle.”

Gözlerini yine yola odaklasa da, bakışlarını üzerime değdiriyordu. “Nasıl?”

“Bilmiyorum,” dedim omuz silkerek, zaten onu izlerken yakalanmak beni utandırmıştı ve bunu uzatmak istemiyordum. Hislerimi itiraf etmek daha kolaydı sanki. Kırmızı ışıkta durarak koltuğunda bana dönerken başını omzuna eğmiş, uzayan saçlarının önüne dökülmesini sağlamıştı. Bana aynı şekilde bakmaya devam ederken gözleri kısıldı ve dudaklarını kıvırdı. “Seviyor gibi mi?”

Gözlerimi kırpıştırarak afalladığımda dudaklarım da aralanmıştı. Derin bir nefes alarak kendime gelmeye çalıştığımda Buğra bana doğru biraz eğildi ama dudaklarındaki kıvrım yok olmadı. “Âşık gibi mi?”

Kahretsin, rolleri mi değişmiştik? Yüzümün renk değiştirdiğini hissederken parmaklarını çeneme değdirdi. “Bakışlarına, gülüşüne, soluğuna deli divane olmuş gibi mi?”

Bir elim havalanarak çenemi tutan sıcak elini yakaladı. Bana yakın değildi ama nefes nefese kalmam için buna gerek yoktu. Eli çenemden koparken yanan yüzümle ön cama dönerek derin bir nefes aldım ve trafik lambasına bakarak mırıldandım. “Yeşil yanıyor.”

Buğra keyifle vitesi değiştirip hızlandırırken, “Pişt,” diye seslendi bana kısıkça. “Utanıyor musun sen?”

Başımı sallayarak inkâr etmedim. Yüzümde aptal bir sırıtış vardı. Dudaklarımı dişleyerek ondan tarafa bakmamaya çalışırken, “Bir ortak noktamız daha,” diye mırıldandığını duydum. “Ben de utanıyorum.”

Dayanamadım. Gözlerim yeniden güzel yüzüne çevrilirken bu kez o bana bakmıyordu. Ah, hep böyle mi olacaktık? En büyük engeli aşmış, bir şekilde yan yana gelebilmiştik ama şimdi de birbirimize alışmamız gerekiyordu ve bu da biraz zaman alacaktı.

Arabayı okulun otoparkına park ettiğinde kemerimi açarak indim. Hava serindi ve biz bu keskin soğuğu deniz kenarında olduğumuz için daha fazla hissediyorduk. Çantamı omzuma asarak ellerimi montumun cebine soktuğumda Buğra arabayı kilitleyerek yanıma ulaştı ve bal köpüğü saçlarına geçirdiği turuncu bereyi çıkararak başıma taktı. Temasıyla nefesimi tuttuğumda birkaç narin hareketle uzun saçlarımı düzeltti ve ben soluksuzca onu izlerken omzuma dokundu. “Hadi, gidelim.”

Saçlarımdaki berenin kokusunu duyumsayarak gülümsedim, keskin bir kokusu vardı. Benim gibi ellerini montunun cebine soktuğunda yan yana yürüyemiyorduk, aramıza hayli mesafe giriyordu. Bundan rahatsızlık duyarak adımlarımı yavaşlattım ve ellerimi cebimden çıkararak cebindeki ellerinden dolayı büktüğü dirseklerinden birine tutundum. İki elimle de koluna tutunarak aramızdaki mesafeyi sıfıra indirdiğimde dönüp bana bakmadı ama derince yutkunduğunu kavislenen âdem elmasından anlamıştım.

Tamam, şu an bayağı yanıyorum.

Aslında o sıcak değildi, ben hiç değildim. Yine de hareketlerinde, bakışlarında, temaslarımızda utanmadan edemiyordum. Utanç da beraberinde yakıcı bir sıcaklık getiriyordu bedenime.

BİR DUYMUŞ BİN DÜŞMÜŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin