Chapter three

1.7K 173 240
                                        

Taeyong sabahı bilgi toplayarak geçirmişti.

Fakat verimli geçtiğini söyleyemezdi, çünkü neredeyse işe yarar bilgi bulamamıştı.

Jung Jaehyun'un adına açılmış olan fan sayfasından elde ettiği bilgilere göre çoğu ülkeyi gezmiş ve toplantılara katıldığını görmüştü. Amerika, Kanada, İtalya, Almanya, İsveç ve çoğu ülkede proje geliştirme çalışmaları yapmıştı. Taeyong gülümsedi, o kesinlikle boş bir adam değildi.

Laptopunu kucağından indirdiğinde kahvesinden bir yudum alıp gardırobuna yöneldi. Bir randevusu vardı, güzel ve şık giyinmeliydi -ki Taeyong için bu hiç de zor bir mesele değildi- ayrıca ilk randevusuydu bu. Biraz heyecanlıydı.

Sade atletini çıkartıp içine dantelli bir atlet giydiğinde kıkırdadı. Eğer yaramazca bir şey olursa diye yapmıştı bunu.

Evet, Lee Taeyong'un yaramaz bir tarafı vardı ve çok tehlikeliydi.

Üstüne beyaz bol bir gömlek seçti. Beyaz renk saf ve temiz oluşunu yansıtıyordu. Ayrıca beyaz rengin güven ve huzur verişini bildiği için seçimini akıllıca kullanmıştı.

Taeyong renklerin saçtıkları enerjiye inanıyordu. Genelde yaptığı kombinlerde tepeden tırnağa kadar renklere ve renklerin uyumuna dikkat ederdi.

Son olarak altına siyah dar pantolonunu geçirdi ve taşlı bir kemer taktı. Saçlarına baktığında saçları iyi durumdaydı, yarım saat önce duş almış ve saçlarını yapmıştı zaten. Bu yüzden saçlarına hiçbir şey yapmadan sadece deniz kokulu parfümünü sıktı ve botlarını giyip otelden çıktı.

Paris kalabalık bir şehir olmasına rağmen Taeyong'un kaldığı otel çıkmaz sokağa bağlı olduğu için dışarda çok az insan vardı. Taeyong seçimini iyi yaptığı için kendiyle gurur duydu, insanlar ondan ne kadar uzak durursa o kadar iyiydi. Taeyong insanlardan uzak olmamın kafasını dinlemesiyle eş değer olduğunu düşünüyordu. Ve haklıydı, insanlar baş ağrısından başka bir şey değillerdi.

Taeyong taksiye bindiğinde sanat merkezine buluşma için erkenden gittiğini bilse de bunu umursamadı. Ne kadar erken gitse o kadar özgür hissediyordu kendini. Sanat neredeyse özgürlük orasıydı sanki. Taeyong ruhunu sanata bakarken tazeliyordu.

Sanat merkezine vardığında içeri sakin kalmaya çalışarak girdi. Evet, burası olması gerektiği gibi insan kaynıyordu. Saat sekiz suları sanat merkezinin çok yoğun olduğu bir saatti.

Taeyong iç çekti, içeri girdiğinde ortalıkta insanların kaynadığını görünce istemsizce kasılmıştı. Şimdiden gerilmişti. Fakat kafasını dağıtması hızlı sürmüştü. Şimdi aklı sadece Jung Jaehyun'daydı.









Taeyong yaklaşık üç buçuk saattir sanat merkezindeydi.

Saatine bakıp iç çektiğinde etrafta neredeyse insan olmadığını gördü. Sadece çalışan görevliler etraftaydı o kadar. Taeyong telefonuna bakıp iç çekti. Onu aramalı mıydı?

Belki de biraz daha beklemesi gerekiyordu. Biraz daha oyalanıp etrafta gezindi, bastığı yerlere tekrardan bastı ve tablolara yeniden göz gezdirdi.

Taeyong bir süre sonra stresten tırnaklarını yemeye başlamıştı. Ya onu unutmuşsa? Ya randevu verdiğine pişman olmuşsa? Ya onunla buluşmak istemiyorsa? Taeyong bunları düşünürken daha da çok strese kapıldı. Başlamadan bitmesini hiç ama hiç istemiyordu.

Fakat sonuç belliydi, Jung Jaehyun ortalarda yoktu. Taeyong sanat merkezinde artık tek kişi kalmıştı. Ve kapanış saatinin sınırlanırını zorluyordu.

Taeyong dışarı çıktığında saçları rüzgarın etkisiyle önüne geldi. Çiselen yağmur ve rüzgar doğal güzelliğiyle birleşirken güzel gözleri etraftaydı. Uzun bir süre hafif çiselen yağmurda bekledi. Yağmur taneleri pürüzsüz beyaz teniyle birleşirken uzun bir nefes verdi.

Belkide bir randevu almamış ve çok yanlış anlamıştı.

O süre zarfında kendini suçlayıp durdu, belki de kandırılmıştı. Çok hızlı yelkenlerini suya indirmişti. Bu kesinlikle kendinin suçuydu.

Taeyong siyah lüks bir arabanın önünde durmasıyla kaşlarını çattı. İçinden çıkan uzun boylu adam aranan kişinin ta kendisiydi. Kahverengi gözleri Taeyong'u bulduğunda istemeden dudakları aralandı.

Zayıf beden, üstündeki krem rengi paltosuna sarılmış ve saçları hafif dağılmıştı. Bir tutamı sol gözünün üzerindeydi ve güzel yüzünde yağmur taneleri vardı. Kanatsız bir peri gibi gözüküyordu.

Jaehyun mahçup bir şekilde Taeyong'un yüzüne baktığında bir elini ensesine koymuştu. "Özür dilerim evde bazı
sıkıntılar çıkmıştı"

"Ah," Taeyong anlayışla kafasını salladı. "Önemli değil"

Jaehyun devam etti. "Seni haberdar edecektim fakat numaran..." Taeyong kendine kızdı, tabii ya! Ona numarasını vermemişti ki, sadece numarasını almıştı. Taeyong'un dün aldığı randevu aklını başından oynatmıştı resmen.

Jaehyun'un gözleri Taeyong'a takılı bir şekilde kaldığında küçük bir itirafta bulundu. Gerçi kimin gözleri bu sanat eserine bakarken takılı kalmazdı ki? "Güzel gözüküyorsun"

Taeyong önüne gelen sarı saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. "Teşekkür ederim"

Jaehyun yanındaki siyah lüks arabasını gösterdiğinde gülümsemişti.

"Gidelim mi?"

Taeyong gözleri parlarken söyledi. "Gidelim"

Taeyong lüks arabaya binerken Jaehyun ise randevu için tam olarak evinin yakınlarında olan sanat galerisini düşünüyordu.

Evine yakın seçmesinin sebebi ise gayet belliydi.

—

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
journalist // jaeyongWhere stories live. Discover now