Yine aradan üç gün geçmişti ve geçen her yeni gün dün de kalan gün gibi eskimiş gitmiş, yine değişen bir şey olmamıştı.
Ece bilgisayarın başına düzenlemek istediği haber fotoğrafları için oturmuştu ama gözleri görmeyi unutmuş gibi boş boş ekrana bakıyor, yanında kaç saattir durduğunun farkına bile varmadığı kahvesinden bir yudum almadığı gibi orada olmasını da umursamıyordu.
Üç gün önce daha önceden yapması gerektiğini bildiği ama neden ertelediğini bir türlü anlamlandıramadığı olay yüzünden gergin mutsuz ve huzursuzdu.
Fakat bunun için herhangi bir adım atmaya da cesareti yoktu ki; kendisi hep cesur gazeteci korkusuz haberci olarak nitelendirilirdi, peki şimdi bu korkusu niyeydi?
Bugüne kadar ne yaptığı haberden pişman olmuştu ne de öncesinde bir çekincesi olmuştu çünkü kendisi de dahil kaybedecek bir şeyi yoktu.
Ne tutunacak bir dalı ne uğruna savaşlar verebileceği bir ailesi ne de kollarında ağlayıp sarılıp sarmalanıp uyutulduğu bir annesi babası...
Kimsesi yoktu.
Onun ailesi içinde onlarca çocukla birlikte aynı yatakhaneyi paylaştığı yetimhaneydi. Annesi revir hemşiresi Nimet Anne, babası müdür Ziya Babaydı. Kardeşleri, ağabeyleri, ablaları hepsi yetimhane de aynı kaderi paylaştığı masum çocuklardı.
İki yaşında oraya gelmişti ama ne için ve kimler tarafından oraya bırakıldığı asla bulunamamıştı. Sadece cebinde minik bir kağıtta yazılı ATASOY yazısından başka. Doğum tarihi bile bilinmiyordu çünkü bir kimliği, bir adı yoktu.
Ece bir anda zihnine dolan düşünce öbeğinden kurtulmak istercesine başını sağa sola salladı ve oturduğu sandalyeden ayağa kalkarak bir sigara yaktı.
Bu illete üniversitede bir iddia uğruna alışmıştı. Gözü karalığı ve dediğim dedik inadı ona bu alışkanlığı kazandırmış ve bir daha da kopamamıştı. İçtiği her sigaranın çektiği her nefesinde o iddiaya küfür ediyor ama küllüğe bastığı her sigaranın peşine bir yenisini yakıyordu.
Eline telefonu aldı ve rehberde kayıtlı numaralarına gelişigüzel bir şekilde baktı. O an için cesaretini toplayıp Cesur komiseri aramak istedi. Parmağı adının üzerinde defalarca gidip geldi. Dakikalarca denedi ama her deneyiş bir vazgeçiş ile sonlandı.
Kafasını dağıtmak için bir şeyler bulmak umuduyla salonda bir mahkumun havalandırmaya çıkışı gibi hızlı adımlarla volta atmaya başladı ama o an için kafasını dağıtacak bir şey bulamadı.
Birden aklına gelmiş gibi her daim hazırda bulunan spor çantasını, ev ve araba anahtarını alarak dışarıya çıktı. Şu an aklına gelen en iyi şeyi yapmak için yola koyuldu.
Arabadan inip her zaman geldiği spor salonunun resepsiyonunda bulunan görevliye giriş kartını verdikten sonra üzerini değiştirip bodrum katta olan dövüş salonuna indi.
Kum torbasının dağıttığı kafa, on beş tane sek vokta shota bile fark atardı. Ece yaklaşık sekiz yıldır bu salona üyeydi ve bodrum kattaki dövüş salonunun en gözü kara kick boksçusuydu.
Eline eldivenleri giydikten sonra kum torbasının başına geçip gelmişine geçmişine, olana bitene dümdüz yumruk atmaya başlamıştı. Aradan ne kadar geçtiği bilinmeyen bir zamandan sonra, "Torba patlamadan çıkar artık şu eldivenleri." diyen sese alaycı bir bakış atıp,"Patlayan her torbanın parasını ödediğim sürece bırakmak yok." diye cevap verdi.
Salonda yıllardır beraber çalıştığı hocası Erdem, kırklı yaşlarının sonunda eski bir milli sporcuydu. Salona ilk geldiği gün ona dalga geçercesine, "Pilates salonu üçüncü katta." diyen adam geçen yıllar sonunda artık Ece'nin duruşunu çözmüş ve onun pilates yapacak kadar sabırlı değil sadece kick boks yapacak kadar hırslı olduğunu anlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CESARETİN VAR MI? (Tamamlandı)
General Fiction[Tamamlandı] Bazen baktığımız ile gördüğünüz aynı olmayabilir... Tıpkı, kimsesiz bir kızın aslında sandığımız kadar yalnız olmadığını göremediğimiz ya da dışarıdan nemrutlukta kimsenin eline su dökemeyeceği bir adamın kalbinin aslında bir çiçek bah...