Asansör

1.4K 192 107
                                    

Irregular Kafe, Güney Kore~

Bir başkasının umursamadan sarfettiği sözler ya da ufak bir bakışı sizi yıkardı bazen. Kendinize verdiğiniz sözler, telkin edici cümleler ve şu, bir şeyleri takmayacağınıza dair kurduğunuz aptal mottolar bir halta yaramazdı.

Hissetmekti bizi yaşatan. Hissederdik her ne olursa olsun iyi ya da kötü hissederdik işte. Belki de sizi çıldırtan düşünceler ya da hisler ancak ölünce toprağa karışır yok olurdu. Fakat dediğim gibi, ölene dek hissederdiniz.

Göğsümde koca bir ağırlıkla kırık kanatlarımı tekrar tekrar çırpmama ve kendimi "sen iyisin" laflarıyla kandırmama rağmen ters giden bir şeyler vardı. Ben iyi değildim. İyi olmak için uğraşmayı bırakmaktan ise ölesiye korkuyordum. O kadar kaybolmak istemiyordum.

Mark Lee beni bilmediğim bir diyara getirip yolun ortasında yapayalnız bırakıp gitmişti. Yolumu bulamıyordum. Yeniydi her şey benim için... Oldukça eşsizdi de aynı zamanda. Bu acı tatlı karışımı şeye katlanmak da ondan kopmak da zordu.

Ona kızamıyordum. Birini sevdiğinizde o sizi sevmeyince kızma hakkınız olmuyordu maalesef. Sadece canım yanıyordu benim. Eğer beni sevmemekle birlikte kelimeleriyle incitmeseydi onun hakkında tek kelime etmezdim bile. Ancak Mark Lee olağandışı bir çabayla beni eziyordu. Tüm dikenlerini kalbime saplarken çekince göstermiyordu asla.

Parti gecesi sızlayan vücudum ve ağrıyan kalbimle eve gittim. Jaemin bizi kapıda karşılayıp alkol testinden geçirdiğinde ise üşüyen bedenimi yatağa bırakıp bekledim.

Hani bazen her şeyi biriktirirsiniz ve o patlama noktasını beklersiniz ya. Ben de bekledim. Saat gece üçe gelirken ısırdığım yastığım sesimin duyulmasını engelliyor, ben delirmişçesine, girdiğim buhranda tepiniyordum.

Lee Donghyuck'un hayatı kolay falan değildi. Ben en değerlimi, annemi kaybetmiştim. Ancak onun mutlu olduğunu biliyordum. Hissediyordum işte. Arada rüyalarımda buluştuğumuzda ona sarılıyordum.

Fakat Mark Lee bana hayatta ölümden daha çok acıtacak şeyler olduğunu göstermişti. Onu böyle tanımış olmam çok yazıktı.

Daha yazık olan ise o gece sabaha kadar kendime ettiğim eziyetti. Sabah gözlerimi yerde uzanmış halde açmıştım. Grip olmuştum ve üstelik her yerim ağrıyordu.

Bundan sonraki günler birbirinin hemen hemen aynıydı. Okula gidiyor, abim ve arkadaşlarıma intihar eden tebessümlerimden arta kalanları sunuyor ve odamda, tek kaldığımda yine eski halime dönüyordum.

Doyoung Hyung'un iş bulmasıyla bir şeyler herkes için düzene girmişe benziyordu. Ben hariç. Buraya gelmek istemememi şimdi daha iyi anlıyordum.

Aralık ayının sonlarındaydık, havalar soğumuştu ve her gün acı içinde kendimi paralarken rol kesmek bileklerime kadar acıtıyordu.

Renjun'e olanları Jaemin ve Jeno dersteyken ruhsuzca anlattığımda bana oldukça destek olmuştu fakat inanın bana beni kimse toplayamazdı.

Jeno ve Jaemin ise değişik bir yoldaydı. Jeno Jaemin'e normal davranıyordu. Jaemin ise sabırla bekliyor ve artık yas tutmanın saçma olduğunu söylüyordu. Hiç olmazsa dostluklarını kaybetmeyeceklerdi. Bu iyiydi. Ancak gözlemlerime göre dostlukları aşka dönüşecekti. Jeno kendi kabullenmese de durum buydu.

Elimde tuttuğum sıcak kahve bardağıyla sırada bekleyen genç bayana tebessüm edip kahvesini uzattım. Ardından kafeden gidişini izledim. Bu aralar oldukça dolu olan kafede kafam biraz olsun dağılıyor gibiydi. Sınavlarım ise diğer yandan beni zorluyordu.

Abimle sık sık konuşuyorduk. Yılbaşı tatilinde hep beraber Jeju'ya gidecektik. Eve gidecektik...

Beni mutlu eden tek şey buydu belki de o günlerde. Zaman yaklaştıkça içimde bir şeyler kıpırdıyordu. Babamı özlemiştim, evi...

Finally//Beautiful Stranger • markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin