Tekrar Kırılmayacağım

1.6K 186 274
                                    

Norenminhyuck Dairesi~

Bugün yaşadığım her şeyin maziyle bir bağlantısı vardı aslında. Hayatıma giren her insanın zincirin halkaları gibi birbirleri ardınca gelmeleri de öyleydi. Bu zincirin tek bir halkasıydı benimle kalması gereken ancak o da çok uzaklardaydı artık.
Benim gibi sıradanlık içinde yaşayan biri için bunlar fazlaydı. Ben hayatımda belirli insanları görmek ve gerisi yokmuş gibi devam etmek istiyordum oysa.

Ancak hayat sizin planlarınızı yaşatacak kadar merhametli değildi. Tıpkı benimkileri de görmezden geldiği gibi. Üstelik tek istediğim sevdiğim kadar olmasa bile sevilmekti .
Yüreğime çöreklenen acı hislerin her biri sinsi bir zehir gibi kanımda dolanırken kendimi kaybolmuş ve yorulmuş hissediyordum. Kaybolmuştum çünkü yürüdüğüm bu yolda bana gitmem gereken yönü gösteren umut ışıklarım tamamen sönmüştü artık. Konuşup yardım bile dilenemeyeceğim kadar yabancıydım bulunduğum noktadaki her şeye. Avuçlarımın içindeki görünmez kan damlaları birer birer ölen çiçeklerime aitti. Onları görmek, suçluluk duygumu katlıyor ve Mark'la birlikte uzaklara uçan ruhumu lime lime ediyordu sanki. Hala yanıyordu bedenim. İçimde tüten bacalara yanan bir şey tekrar nasıl yakılabilir?  Sorusunu sormama sebep oluyordu bu sonu gelmeyen ateş.

Günler geçtikçe içinizdeki yarın daha iyi olacak temalı sesleri susturmak zorunda kalıyordunuz, çünkü artık çığlıklarınıza karışan bu sinir bozucu ses sizi tatmin etmiyordu. Hiçbir yardımı olmamakla beraber ses kirliliğine sebep oluyordu kafanızın içinde. Katlanılamayacak kadar acı veriyordu öte yandan da.

Sanki ruhum gittiği yerde üşüyordu. Bunu tüm benliğimle hissedebiliyordum. Mark onu yanında götürürken bir kez olsun merhamet etmek aklından geçmemişti anlaşılan. Beni duyamayan Mark onu nasıl duyacaktı sahi? Ellerine çiçekleri yakıştırdığım adam o çiçekleri yok etmişti. O bir çiçek katili miydi yani? Bunu söylerken içten içe kendime kızıyor, onun kusursuz olduğunu savunuyor olmam çok acınasıydı.

Ona kızamadığım tek nokta ise beni sevmeyişiydi. Amacım kimseyi sevmeye zorlamak elbette değildi ancak zaten aramıza onlarca galaksi kadar uzaklık varken beni daha da kanatmak istemesine katlanamıyordum bir yerden sonra.
Sevmeyişi, beni istediği gibi yok etmesini haklı çıkarıyor olamazdı.

Solgun tenim, bir daha ışığı geri gelmeyecek evrenimin dış dünyaya gösterdiği tek işaretti aslında. Gözlerimden akmayan damlalar içimdeki nehirleri taşırsa da kendimi tutuyor ve heba olan çiçeklerimi yeniden yeşertmeye zorluyordum imkansız olsa da. Artık gözyaşlarımı avucumdaki kan damlalarını silmek dışında kimse için harcamayacaktım. Zaten Nisan ayına girmemize günler kala yaptığım tek şey de buydu.

Karşı apartmandaki yaşlı hanımefendi bile balkonuna yeşermiş saksılarını getirmişken benim bahçemde bıçak kadar soğuk bir hava hakimdi. Oysa artık çiçeklerin açma vakti değil miydi? Güneş açıyordu, arada yağmurlar yağıyor; Seul'ü baştan aşağıya yıkıyordu ancak bu bile acılarımdan arınmama yetmiyordu. Yetemiyordu. Yine de beni tek bırakmayan gökyüzüne hiç öfkeli değildim.

Zaman akıp giderken, ben kendi dertlerimi bir paspasın altına itmeyi denemekle harcıyordum tüm güzel olabilecek o zamanımı. Kurumuş dudaklarım, Mark'a olan susamışlığıma bir ayna tutuyordu ancak ondan ses yoktu. Özlemiyorum dersem yalan olurdu. Sadece kendimi kandırıyordum, onu unuttuğumla ilgili şeyler mırıldanıyor, geçen günlerde bir şey olmamış gibi davranıyordum. Sanırım sadece ondan uzak durabilmeyi becerebilmem gerekiyordu.

Oysa o gün kafeden çıkarken daha ilk saniyede kendimi evden kilometrelerce uzağa gidiyormuş gibi hissetmiştim.
Halbuki Mark bana ev olmazdı, olamazdı. Benden neden nefret ettiğine de cevap bulamıyordum. Sevmeyişini bir şekilde hazmetsem de nefret gibi güçlü bir hisse nasıl kapıldığını bilmenin benim de hakkım olduğunu düşünüyordum. Ancak artık cevap bulmaktan oldukça uzaktım.

Finally//Beautiful Stranger • markhyuckWhere stories live. Discover now