üç.

158 29 36
                                    

Sabah uyandığında etrafındaki eşyaların, siluetlerin ve yansımaların varlığını anlamsız gözlerle süzdüğü an; yavaş yavaş başını kaldırmadığı yastığa gözyaşlarını döküyordu.. Yüzünü elleriyle silmek istemedi. O hep ağlasın ve kimse onun bu özgürlüğünü elinden alsın istemiyordu.
Bir damla.. Ardından bir tane daha... Bir tane daha... Ve dudaklarından dökülen sonsuz sessiz çığlıklar. Hareket etmiyordu, susmak için kendine müdahale etmiyordu. Çünkü zamanında çok ağlayamamıştı...
Ağlayamamanın ne demek olduğunu en iyi ben bilirim, dedi içinden.
O hep içinden konuşurdu. Hatta bazen öyle çok içinden konuşuyordu ki bunları sesli söylediğine inanıyordu. Sesli bir şekilde yapayalnız odasında konuşmaya başlaması demek, onun için delirmek demekti. Bu yüzden hep içindekine cevap verirdi, içindeki ondan su isteyince..
Geçen sefer markete gittiğinde alması gerekenleri sesli söylediğini sanıyordu. Kasiyerin ona seslenişini bile duymuyordu sırf bu yüzden..
Dışarıdaki sesleri duymaya başladığında aslında yine içinden konuştuğunu ve bu yüzden kasiyerin anlaşılmaz bakışlarına maruz kaldığını anlaması için zamanın biraz geçmesi gerekti.

Ardından kasiyer kızdan özür diledi ve utandığını belli etmemek adına alelacele oradan çıkmak için hamle yapacaktı ki yine içindeki ona 'Hayır dur! Anlamsızlaşıyorsun.' diyebildiği için kasiyerin yanında ihtiyaçlarını alabilecek kadar durabilme erdemliğini göstermişti. Onun için bu erdemlikti. İnsan utandığının üstüne gidince erdemlik yapmış oluyordu onun nezlinde. O hep erdemdi.. Çünkü onun neyden utandığına dair kimsenin bir fikri yoktu. Ve bu erdemlik yapmasını kolaylaştırıyordu...

Her güne karşı tutumu aynıydı. Fakat bunu fark edemiyordu..
Yatağından kalkacaktı, yine birilerini bekleyecekti. Çok nefret edecekti, sadece kendine karşı evrenin tüm nefretini duyumsayacaktı sabit bir hedefe odaklanarak...
Hata yapıyordu ve bunu o da çok iyi biliyordu. Kendini sevmeliydi. Okuduğu kitaplar ona hep bunu öğretmeye çalışıyordu. Ama o yine de mütmain olamıyordu.. Sanki okuduğu kitaplar o değildi, kendine ait bir parça bulamıyordu. Tam da bu yüzden seviyordu onları. Kitapları, her şeyi sevmesinden daha ziyade seviyordu. Koltukları seviyordu, gardolabını seviyordu, halısını, kapıları, gelmeyen insanların kapıda beklerken göz göze gelmeleri planlanmış paspasını seviyordu... Belki de sevmeye ihtiyacı olduğu için cansız olan her şeyi seviyordu. Ona öfkeyle baktıklarını bile bile...

Biraz nefes almaya ihtiyacı olduğunu hissetti. Camları istediği kadar açsa, istediği kadar balkonda dursa bile nefes aldığını, akciğerlerinin oksijene doyduğunu hissedemiyordu. Üzerindeki dizleri çıkmış pijamaları çarçabuk çıkartarak yeni kıyafetler giydi. Ara sıra düşünüyordu, düşünceleri de bir pijama gibi neden değiştiremiyordu?
Evden çıkıp bir parka gitmek istedi. En sevdiği yazar şöyle söylemişti: "Yaralı gönüllerin ve emekli albayların gittiği yerdir parklar." O da yazarın etkisiyle midir, yaralı gönlünden müteessir olduğundan mıdır bilinmez, hep parklara gidiyordu.
Bu defa parka kadar yürümek istedi. Yolu yarıladığında kulaklığını yanına almayı unuttuğunu fark etti. Bunu hiç sorun etmeden kendi şarkısını kendisi söylemeye karar verdi, gideceği istikamete kadar.

'Sen bana aldırma gülüm
Benden adam olmaz
Kendime hayrım yok
Başkasına hiç olmaz.'*

Usul usul kalabalığın içinde mırıldanıyordu.
Biri onu duymuştu! Biri şarkısını duymuştu! Onu fark etmişti! Buna neden sevindiğini bilmiyordu ama o an ona sarılmak istemişti, deli muamelesi görmeseydi sarılacaktı da zaten...
Yoldan ilerleyen bir kızdı ona ters ters bakan. O da ona öyle bakarsa kızı, deli olmadığına inandıracağını düşünüyordu. Sonra yazdığı bir şiir aklına geldi.
'(...) Varsın deli desinler deli olmayan aklımıza.'

Şarkısına kendini kaptırmışken bir palyaço gördü. Etrafında bir sürü çocuk vardı. Durdu.. Onları izledi ve sadece o neşeli anın içinde kaybolmak istedi..
Palyaço sokakta çocukları neşelendirmeye çalışıyordu.
O bir palyaço değildi etrafındaki insanları neşelendiremiyordu.
Çocukların yüzüne kondurduğu tebessümle yoluna devam etti. Herkes güneşli günden nasibini almıştı. O da gülümseyen insanlardan nasibini alıp tüm düşüncelerinden ve ait olamamışlığından sıyrılarak neşeli insanlarla oluşan huzuru hissetmek istedi.
Bunu yaparken kimseden izin almamıştı. 'Neşenize ortak olmama izin verir misiniz?' diyememişti. Sanki birilerinin hakkını gasp ediyordu. İzin almadan onların gülüşlerini kullanıyordu!. Utandı. Ama o, erdemli olmaya özen gösteriyordu.

Dışarıda durmaktan sıkılınca eve geçmek istedi. Aslında gitmek istediği yer evi değildi. O'nun yanıydı. O zaman kendini ait hissedebilirdi...
Çok aramıştı O'nu zihninde. Sanki bir şeylerden korkmuştu ve masanın altına saklanıp bulunmayı bekliyordu. Yine küçük detaylara takılıp tabloyu göremiyordu. Bu yüzden onu yıllarca bulamamıştı. Ondan giden misafirlerinin onun bulamadığı şeyi bulduklarını ve sırf bu yüzden gittiklerini biliyordu. Ama aradığı, gidenlerin bulduğu değildi. O başka birini bulacağını biliyordu içinde bir yerlerde.
'İnsanı en çok yaralayan şey; kaybolmuşluğunu bulamamışlığı.' diye geçirdi içinden.
Bulduğu O değildi, o başka bir O'yu arıyordu. Ve bir gün bulacaktı da. Masanın altına bakmayı akıl edebilirse...

*Cem Yılmaz-Benden Adam Olmaz.

Karnımdaki Kırık Çekmeceler*Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin