sekiz.

92 24 19
                                    

Kadın (sanatçı) öyle donuk mimiklere sahipti ki karşısına oturan insanları görüp görmediğinden şüphelendi. Sırası gelen ya arsızca sırıtıyor ya da kadının gözlerindeki kayıtsızlığa karşılık bir ayna tutuyorlardı.

İçindeki ürküntü giderek arttı. Ürküyordu, çünkü insanlarla göz göze gelmek onun için nükleer savaşlardan oluşan hücumlara karşılık, ablukaya alınmış hisleriyle dımdızlak kalmak demekti..

Gitmek ve gitmemek arasında kararsız kalmıştı. Tam gitmeye karar vermişti ki sıranın ona geldiğini fark etti. Hiç tanımadığı bir kadının, 10 dakika hatta belki de 15 dakika gözlerinin içine bakacak olması onu korkutuyordu.
'Bu saatten sonra gidemezsin. Sadece 10 dakika. Sakin ol!' diyerek kendini teselli ederken kadının karşısındaki boş sandalyeye doğru ilerledi.
Gözlerini kaçırıyordu.
İnsanlar onun bu halini anasınıf öğrencisinin altına kaçırması sonrasında yüzünde oluşan utangaçlığa benzetiyorlardı. Masaya yakın olan bir kaç insan bu duruma gülmeye başladı.
Kadın, kayıtsızlığını muhafaza ederek ona bakmaya devam ediyordu. O, üzerinde hissettiği bu göz hapsi yüzünden hiçbir kahkahayı duymuyordu.

Gözlerini birkaç saniye kapattı... Ve kadına bakmayı başardı. O cesurdu, tek problem kendine cesaret vermeyi çoğu zaman unutuyor olmasıydı. Hiçbir şövalye,zırhını giymeden cesur hissetmez.

Kadının gözleri çok güzeldi. Ona bakarken sadece bunu düşünüyordu. Sonra düşünceleri değişti ve kadının ona bakınca ne düşündüğünü düşünmeye başladı.
Birbirlerine baktılar, baktılar, baktılar... 
Salon, tüm kalabalığın üstüne beyaz bir çarşaf örtülmüş gibi bembeyazdı.
Yalnızca o ve hiç tanımadığı güzel gözlü bir kadın vardı koca salonda.
Sanki tek ihtiyacı olan şey biriyle susmakmış gibi hissetti.
Bunu hissederek, gözünden akan yaşlara müdahale etmedi. O ağladıkça kadın sanki ona 'Devam et! Devam et! Devam et!...' diye fısıldıyordu. O da buna kulak vererek; hıçkırıklarıyla daha fazla kedinin oynadığı bir yumak gibi içinden karman çorman olmak yerine tüm dünyayı siren sesi hükmüne geçen çığlıklarıyla sağır etmeyi tercih etti...
Bencildi!

Her şey öyle sessizleşmişti ki artık. Sessizlik onu soyuyordu. Çırılçıplak kalmıştı... İnsanlar ilk kez onun sessizliğini, sessizlikle dinliyordu.
Bağırıyordu, sessizdi. Ağlıyordu, sessizdi. Haykırıyordu gökyüzüne tüm cansız varlıklar adına, yine sessizdi...
Bu sessizliği en iyi 'Hira dinginliği' diyerek hatırlamıştı eve geçtiğinde.
Ansızın gözyaşları öyle fütursuzca boşalmıştı ki tek kelime bile etmeden, kimseyle göz göze bile gelmeden çantasını alıp çıktı göz hapsine alındığı ürkünç bakışların yörüngesinden...

Müthiş rahatladığını hissediyordu. Yürüyordu ve sanki çıplak ayakla yürüyormuş kadar rahattı.
Ağlıyordu ve sanki annesinin ona küçükken aldığı tek dostu olan kaplumbağasının cenazesinde ilk kez karşılaştığı ölümü yıllardır bekledikten sonra ağır bir yükü üzerinden atabilmişliğin bilincini tadıyormuş kadar umarsızdı.
Eve gidene kadar ağladı. Çok kalabalıktı ve kimseye çarpmadan geçti aralarından.

O an yağmurun ona eşlik etmesini ne çok isterdi! Ağlarken, gökyüzünün gözyaşları olduğuna inandığı yağmur tanelerinin ona eşlik etmesini ve kırk yıllık dostmuş gibi birlikte usul usul hatta bazen depremleri, heyelanları kıskandıracak hiddetle ağlamalarını ne çok isterdi...
Ama evren bu küçük denk gelişleri belliki ona çok görüyordu.
Yine yalnız, yapayalnız ve hatta onun tabiriyle yansız ağlamıştı... Kırgındı.
Tüm evrene, hatta gökyüzüne bile. Kimse onunla ağlamamıştı...

Karnımdaki Kırık Çekmeceler*Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin