18

921 94 10
                                    

what the flute

Siz: ben bayılacağım galbia

ellernm titfriyio

yszamiyorum

Doyoung hyung: neredesin

Siz: bankts oturuyorum

Doyoung hyung: aptal çocuk

bekle geliyorum

.

Ardından gelen bir yığın mesajı okumadan telefonumu sessize aldım.
Neler yazdıklarını az çok tahmin edebiliyordum. Aynı şeyleri söyleyeceklerdi ama bu bana bir fayda sağlamıyordu. Elimde olan bir şey değildi. Ellerimin titremesini durdurmak adına gitarımı sımsıkı tutsam da vücudum da titremeye başlamıştı. 1 yıldır köşe bucak kaçtığım çocukla tanışacaktım. Üstelik aynı odada bulunacak, o şarkı söylerken gitar çalacaktım. Yaptığım resmen delilikti. Çıldırmama ramak kalmıştı ve ben kesinlikle kendimi rezil edecektim.

Karşıdan gelen Doyoung Hyung'u görünce derin nefesler almaya çalıştım. Zaman daralıyordu. Doyoung Hyung yanıma oturup biraz beni izledi. Kendimi tutamayıp konuşmaya başladım:

"Hyung, bu çok saçma. O başkasını severken neden böyle bir şey yapıyorum? Hayatına bir anda girip sevdiği kişiyi bırakmasını falan bekleyemem ki! Bence vazgeçelim olmaz bu plan!"

"Mark yapma ama. Daha yalnız bile kalmayacaksınız, ilk tanışmanız olduğu için biz de yanınızda olacağız. Biliyorsun Donghyuck sıcakkanlı bir insan, o seninle konuşacak zaten. Sorular soracak sen de cevap vereceksin. Konuştukça birbirinize alışırsınız, alışınca yanında gerilmemeye başlarsın zaten.
Hem ne dedim ben, artık bir şey yapman lazım. Yeterince bekledin. Şu gerilme kısmına gelince, rezil olmak istemiyorsan gerilmezsin. Bu kadar basit. Hadi gidelim artık."

Bunu yapacağıma gerçekten inanamıyordum. Belki de onu sevdiğim bey olarak görmekten vazgeçmeliydim, böylece daha rahat davranabilirdim. Yavaşça yerimden kalkıp karşımdaki bina kapısına yürümeye başladım. Müzik odasının önüne gelene kadar alıp verdiğim derin nefesler yardımcı olmuştu. Biraz bekledikten sonra Doyoung Hyung'a döndüm ve yavaşça kafamı salladım.

"Hadi yapalım."

Kapıyı açtığımızda bizi ilk Baekhyun Hyung karşıladı. Kafasını bize döndürüp kocaman gülümserken gülümsemesine karşılık vererek gözlerimi yavaşça sağına çevirdim ve Taeil Hyung'u gördüm. İşte korktuğum an gelmişti. Ciğerlerimi yakacak kadar derin bir nefes alıp gözlerimi ona çevirdim. Bana bakıyordu. Bana. Göz göze geldiğimizde filmlerdeki gibi zamanın durduğunu falan hissetmemiştim ama titremelerini saklamak için ellerimi yumruk yapmak zorunda kalmıştım. Birkaç saniye göz göze kaldıktan sonra o hafifçe gülümsemişti fakat hemen sonrasında Baekhyun Hyung adımı seslenince ona bakmak zorunda kalmıştım.

"Mark Lee, sonunda tanışabildik. Seni basketbol harici bir aktivite yaparken görecek olmak... Gözyaşlarımı tutamayacağım sanırım.
Park Chanyeol çok kızıcak!"

Dediği son şeyden sonra o gülerken ben tedirgin olmuştum. Çok kızacağı doğruydu. Baekhyun Hyung yüzümdeki ifadeyi fark edince gülmeyi kesip "Merak etme ya, ben hallederim. Bana kimse karşı çıkamaz." dedi.

"Bundan pek emin değilim... Ama ben riski göze aldım zaten. "

"Sana büyük bir teşekkür borçluyuz."

Taeil Hyung'un cümlesinden sonra Donghyuck olduğu yerden karşıma gelip "Evet, en çok da benim teşekkür etmem gerek. Beni nasıl bir yükten kurtardın anlatamam. Ah, özür dilerim, kendimi tanıtmadan lafa daldım. Donghyuck ben, mimarlık fakültesinden." dedikten sonra elini uzatıp gülümsemişti. Elini yavaşça tutup sıkarken titreyen elimi fark etmemesini umdum.

"Ben de teşekkür etmeliyim. Tatil bittiğinden beri gitar çalmaya pek  vaktim olmamıştı.  Sayenizde böyle bir fırsatım oldu."

Duygularımı bir köşeye sıkıştırıp kendimi mantıklı konuşmaya zorlamıştım. Yüzünde büyüyen gülümsemeye bakılırsa rezil olmamıştım. Şimdilik.
Yüzüne mal gibi bakmaya devam ediyordum ki Taeil Hyung konuşarak beni kurtarmıştı.

"Ee, Mark, gitar çalmak basketbola benzemez. Ne kadar iyisin, göster bakalım."

.

Yaklaşık yarım saat boyunca ben çalmıştım, onlar da söylemişlerdi. 5 dakika önce mola vermeye karar vermiştik ve şimdi  oturup sohbet ediyorduk.

"Mark, bana bir su alabilir misin? Yerimden hiç kalkasım yok."

"Tamam, başka bir şey isteyen var mı?"

"Şey, bana da çikolata alırsan çok sevinirim... Ama bilemezsin sen şimdi, Donghyuck da seninle gelsin."

Bu ne saçma bir bahaneydi? Ne yapmaya çalıştıklarını anlamıştım ama fazla belliydi. Bir çikolatayı bulamayacak mıydım? Belki Donghyuck gelmek istemiyordu. Yalnız kalmaya hazır olup olmadığımı bilmiyordum. Cevap olarak "Olur, hadi gidelim." gelene kadar itiraz etmeye hazırdım fakat bu cevaptan sonra kafa sallayıp onu takip etmekten başka bir seçeneğim kalmamıştı.

"Şey... O kadar ortak arkadaşımız olmasına rağmen şuana kadar tanışmamış olmamız sence de tuhaf değil mi? Ne bileyim, birbirimizi fazla görmedik bile."

"Bunun sebebi, Chanyeol Hyung'la beraber yaşıyor olmam. Bir yıl boyunca kafamı dersten ve basketboldan kaldırmama izin vermedi. Her ne kadar benim için yaptıklarına minnettar olsam da bu sene beni zorla soktuğu kabuktan çıkmaya karar verdim."

Bir de senden kaçtığım için tabii.

"Keşke o da çıkabilse, hırsla ne kadar devam edebilirki? Böyle yaparak etrafındakilere de zarar veriyor. Bir gün istese de istemese de çıkmak zorunda kalacak bence. Belki... Biri o kabuğu kırar, kim bilir? Neyse, sen bekle, ben alıp geleyim."

5 dakika sonra elinde bir su ve bir ülker çikolatalı gofretle gelince kendimi tutamayıp gülmeye başlamıştım. O da gülerek yanıma gelince "Gülme, kaynaşalım istediler sadece." diyip koluma hafifçe vurdu.

"Kaynaştık mı peki?"

"Sen söyle, beni sevdin mi?"

"Evet, sevdim."

Hem de nasıl...


ᴊᴀɪʟʜᴏᴜꜱᴇ ʀᴏᴄᴋ ɪɴ ᴀ ᴛʜʀɪʟʟᴇʀ ɴɪɢʜᴛ • markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin