BÖLÜM ON ALTI: "ÖZLEM"

554 170 186
                                    

Avcumda sıkıca tuttuğum kalemi çevirmeye çalıştıkça sanki yanımda oturan insana karşı olan öfkem katlanıyor gibi hissediyordum ama bu hissin beni içine çekmesine izin verirsem büyük ihtimalle Furkan'ın saçlarını yolacaktım.

Ona olan sinirim bundan bir hafta öncesinde olduğu gibi hala oldukça tazeydi ve bu durumu engelleyememek gittikçe sinirime dokunuyordu ama sabırlı olmak zorundaydım çünkü onun hayatında bir yetkim ne de herhangi bir etkim yoktu ve bu ona her sinirlendiğimde yüzüme bir tokat gibi çarpıyor, sinirimin katlanmasına yol açıyordu. Ya da regl olmak üzereydim ve bu sinirimin tek bağlantısı buydu. Keşke böyle olsaydı da kendimi kendime karşı bu denli suçlu ve çaresiz hissetmeseydim.

Son zamanlarda bazı şeylerin farkına varabilmem adına yaşadığıma inandığım olayların sayısı oldukça fazlaydı ve bunlar kafamı ciddi boyutta kurcalıyordu.

Yanımda oturan çocuğa kızıyordum, sinirleniyordum ve belki de ona bağırmak onunla kavga etmek istiyordum ama yine de onun yüzündeki bir tebessüme yeniliyordum. Bunu bilmek ve her geçen gün birkaç kez daha farkınsa varmak beni kendime saygı duymadığıma ikna edecekmiş gibi hissetsem de bunun adının bağlılık olduğunu düşünmeye çalışıyordum.
Sonuç olarak Furkan'a güvenemezdim çünkü onun üzerinde bir yükümlülüğe sahip değildim.

Ondan bir beklentim olamazdı çünkü aramızda bir şey yoktu ve görünüşe bakılırsa hiçbir zaman da olmayacaktı. Bunu bilmek beni rahatsız ediyordu ve yanımdaki güzel suratın sahibine karşı içimdeki öfke her gün yenileniyordu.

"Kanka, kanka, kanka!" Elini gözümün hemen önünde sallarken bir yandan da kendisini sallayan ve bana adeta ilk okul çocuğuymuşcasına bağıran Çağrı'ya odağımı verebildiğimde bana  kocaman gülümsediğini fark ettim.

"Efendim, efendim, efendim?" Her ne kadar negatif hisler beni tutsak etmiş olsa da bu hisleri Furkan ve Çağrı'ya yansıtmaktan yana değildim çünkü artık sırrıma ortak olmuş olan Umut'tan yana ufak tefek endişelerim vardı.

Furkan'a bir şey söylemiş olma ihtimali dahi beni yerin yedi kat dibine sokar ve orada kaybolmama sebebiyet verirdi, boğazımın kuruduğunu hissettim. Kesinlikle bir şey yansıtmamalıydım.

"Heyecanlı mısın?" Ne için heyecanlı olmam gerekiyordu ki? Bir an duraksayıp içinde bulunduğum anı düşünme kararı aldım, o an; ne için heyecanlanmam gerektiğinin farkına vardım ve dikkatimin bu kadar dağınık olduğunu fark ettiğimde istemsizce kaşlarım çatıldı. Bugün Furkanla yaklaşık iki haftadır bir kere evde buluşarak birkaç kere de telefondan görüşerek ciddi manada emek verdiğimiz projemizi; bir afiş, bir sunu ve bir de okuma metni halinde sunacaktık.

Furkanla yan yana oturmaya ve onun yanımdaki varlığına gün geçtikçe daha çok alışıyordum ve şu anda olduğunun aksine bundan yaklaşık bir ay önce yanımdaki varlığını bilmek bana fazlasıyla huzur veriyordu. Ama şu sıralar ona karşı hissettiğim üstün gerginlikle karışacak olan insanların gözü önünde olma hissi beni anlamsızca heyecanlandırıyordu. Yani sorunun cevabı, kesinlikle kocaman bir evetten ibaretti.

"Yok ya, pek değilim." Titrediğini hissedebildiğim sesimin tezatılığında kurduğum cümleye karşı dakikalardır önündeki kağıdı okumaya odaklanmış Furkan gözlerini bana doğru çevirdi ve inanmadığını vurgulamak istercesine bir bakış attı. O güzel suratının ortasına bir yumruk atmayı çok isterdim ama bunun yerine ona ne oldu der gibi bakmakla yetindim.

"Sen ve heyecanlı olmamak? Durduğun yerde bile etrafından heyecan saçıyorsun. İddasına bile girebilirim." Furkan hızlı hızlı konuştuğunda asıl heyecanlanan kişinin o olduğunu, stresini dağıtmak adına da bana takıldığını fark ettim. Sanırım şu an projedeki eşim olduğu için ona köstek değil destek olmalıydım.

YANGIN #wattys2023Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon