7.Bölüm

6.1K 379 90
                                    

Sabahın tatlı ışıklarıyla gözlerimi aralamıştım

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Sabahın tatlı ışıklarıyla gözlerimi aralamıştım. Gözüme ilk çarpan her zamanki gibi babamın karakalem çizimiydi. Bir çizimden bile hissedilen o koca şefkatini yeniden hissetmiştim. Sabahın tatlı ışıklarıyla odama girer, saçlarımı okşayarak beni uyandırırdı. Babasının Menekşe'si ise ona nazlanır, daha fazla saçlarını okşasın diye uyuyor numarası yapardı. Fakat babasının Menekşe'si kendini çok iyi bir oyuncu sanarken hayat ona en büyük oyununu oynamıştı. Babasının Menekşe'si artık sabahları kendi kendine uyanıyordu.

Yatağımın ucunda uyuyan -asla kendi yatağında uyumaz- Bulut'u rahatsız etmeden yataktan çıktım ve banyoya ilerledim sarsak adımlarımla. Aynada şişmiş göz altlarımı görmemle derin bir nefes verdim. Gece bir türlü uyuyamamam sonucunda bu tatlı manzarayla karşı karşıya kaldım. Yüzümü yıkadıktan sonra göz altım için krem sürüp sürmemekte kararsız kaldım. Üşenen tarafım daha ağır bastığında ise banyodan aynı sarsak adımlarla çıktım. Küçük ve dar olan koridordan yürürken gözlerim mutfağa takıldı ve dumanı tüten çaydanlığı gördüm. Yüzümde aşina olmadığım bir tebessüm yayılırken mutlu olduğumu hissettim.

Bugünlerde çayı çok içer olmuştum. Bunun nedeni hiç şüphesiz Barbaros'tu. Dün gece eve geldiğimizde yüzünü gizleyerek hızlı adımlarla binaya girmişti. Ben asansöre yönelirken arkamdan o da binmiş ve yüzüne siper ettiği ceketin yakalarını bırakarak "Bir çay içelim mi?" diye sormuştu yüzündeki gülümsemeyle. Dışardan bakıldığı zaman soğuk ve sert olan bu adam sürekli gülümseyen ve sıcakkanlı biriydi aslında. Yapılı ve düzgün vücudu on kişiyi tek seferde yenebilecekmiş gibi duruyordu. Bu koca cüssesiyle benim küçük evimin küçük mutfağında çay demlerken biraz komik duruyordu. Zaten küçük olan mutfağım bir anda daha da küçülüyordu. Patlamış mısır ve çaylarla küçük balkonuma geçmiştik. Ben sırtımı yerdeki duvara yaslarken o ise demirlere yaslamış dışardan görünmesini engellemişti. Pek bir şey konuşmamıştık fakat yan yana olup aynı rüzgarın esintisinde demlenmek bile bir farklı güzeldi.

Salona bir adım attığımda Barbaros'un elinde tuşlu bir telefonla konuştuğunu gördüm. Telefonu nerden bulduğunu bilmeyerek kaşlarımı istemsizce çattım. Bana bir bakış atıp kitaplığa doğru gitti. Karşı tarafı dinliyor olmalıydı. Sonra konuşmaya geçtiğinde benim anlayamayacağım Rusça dilinde konuşmaya başladı. Tıpkı Fransızca gibi Rusça'yı da sevmiyordum. Fakat Almanya'da değişim programıyla okuduğum dönem onu da öğrenmiştim. Üç dil bilmek birçok açıdan işime yarıyordu. En sevdiğim dil ise kesinlikle babamın diline en çok yakışan Almanca'ydı. Bu kadar iyiysem onun sayesindeydi.

"Mon amour." diyordu bir anda Fransızca'ya geçerek. Sevgi sözcüklerini fısıldayıp gelemeyeceğini söylüyordu. "Şu an gelemem. Biliyorsun gelemeyeceğimi. Ben de seni özledim. Merak etme. Evet. En yakın zamanda." gibi şeyler söylüyordu. Hiç sevmezdim bu dili. Uzun bir süre de sevebileceğimi sanmıyorum.

Kristal bir vazo gibi bin parçaya bölünür oldu kalbim. İçime bir sıkıntı çöreklendi. Sanki yerini bulmuş gibi oraya kuruldu o sıkıntı. Hayır, hayır Buğlem, üzülemezsin. Sevinmelisin. Mutfağında dumanı tüten çayın varken üzülmek de neyin nesi? Nedeni ne olabilir ki? Evine aldığın adamın senin hiç sevmediğin o dilde, hiç bilmediğin birine sevgi sözcükleri fısıldaması mı? Bu seni üzemez. Mutfakta senin koymadığın dumanı tüten bir çay var.

Adı MenekşeWhere stories live. Discover now