9. Bölüm

4.4K 450 120
                                    

 “Luhan!” Luhan’ın vücudunu haşlayan soğuk rüzgar bir anda kesilip yerini sıcaklığa bırakmıştı. Tanıdık bir sıcaklık, güven dolu ve bir o kadar da huzursuz edici. Bu sıcaklığı hatırlıyordu Luhan, bu sıcaklığı çok iyi biliyordu.

“Jongin.” Onu saran kolların arasında fısıldarken sesini kendisi bile zor duymuştu.

“Aklını mı kaçırdın sen!” Jongin’in sesi uğulduyan rüzgarla savaş açarak Luhan’ın kulaklarına dolmuştu. 

“B-ben...” Luhan neler olduğunu anlamamıştı. En son uykuya daldığını ve rüya gördüğünü hatırlıyordu. Buraya geldiğinden, balkona çıktığından bile haberi yoktu.

“Sana ölümle ilgili konuşmanı bile yasaklamıştım. Sen nasıl olurda...” Sinirinden devamını getirememişti.

“Ben... Uyuyordum ve rüya gördüm. Buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyorum bile.” Ağlayarak kendini açıklamaya çalışsa da bu çabasının boşa çıktığını anlamıştı. Jongin Luhan’a sarılmayı bırakıp ayağa kalkarak Luhan’ı kolundan tutup çekiştirmeye başladı.

“Seni uyarmıştım Luhan.” Sinirle söylenerek Luhan’ı odasından çıkartıp sürüklemeye başladı “İstediğin şey gerçekten tutsak olmaksa bunu yapacağım.” Jongin Luhan’ı en üst kata kadar sürükleyip karanlık bir odaya ittirdi. Luhan kendini yerde bulduğunda paniklemeye başlamıştı. “Burada kal ve gerçek tutsaklık ne oluyormuş gör tamam mı?”

“J-jongin?” Luhan korkuyla ittirildiği yerden kalkıp Jongin’e yaklaştığında Jongin’in tepkisi kapıyı suratına kapatmak olmuştu. “Jongin!” Luhan kapıya umutsuzca vurduğunda cevap olarak Jongin’in uzaklaşan adım seslerini duymuştu. Bir kaç gün önce bu ayak sesleri onu yalnızlığından kurtarırken yine aynı ayak sesleri onu yalnızlığa itmişti. "Jongin yalvarırım bırakma beni." Bacakları umutsuzca onu taşımayı bırakıp yere düştüğünde canının oldukça acımaya başladığını hissetti. Daha önceleri sadece Sehun için acıyan kalbi bu sefer Jongin için acımaya başlamıştı.

Oysaki Jongin’in geleceği günü bekliyordu. Geleceği ve ondan özür dileyeceği günü, bir işe yaradığını göstereceği günü bekliyordu. Ölmek gibi bir düşüncesi yoktu. Kesinlikle yoktu. Özellikle Hanmin’İn konuşmasından sonra.

Bu gece olanlar buraya gelmeden önce her gün gördüğü kabuslardan biriydi sadece. Aynı sahne durmadan rüyalarında yer ediniyordu. Ama bu seferki daha farklıydı. Daha gerçekçi... Düşüncelerinde boğulmak üzereydi. İçindeki korku giderek büyürken yapabileceği hiçbir şey yoktu.

“Jongin kurtar beni.”

Ve tüm bunlara rağmen tutunabileceği tek kişi Jongin’di. Onun içindeki kavgalara bir son verebilecek kişi sadece Jongin’di.

Jongin hızla aşağı indiğinde saçlarını sinirle çekiştirmişti. Eğer ben gelmeseydim ne olacaktı diye düşünmeden edememişti. Bu düşünce canını o kadar çok yakmıştı ki gözlerinin dolduğunu hissediyordu. Kendini balkonun demirlerinden aşağı bırakmıştı. Sadece iki saniye, iki saniye gecikse onu yeni bulmuşken kaybedecekti. Gözlerinin önünde süzüldüğüne şahit olmuştu. Bir kaç santim. Bir kaç santim daha uzak olsaydı ondan elleri onu kurtarmaktan aciz kalacaktı. 

Luhan’a bunu yapacağını hiç düşünmemişti. Onu aylarca gittiği müzelerden müzelere takip ederken, onun ifadesiz, beyaz ve kusursuz yüzünü uzaktan izlerken, defalarca onun güldüğünü hayal ederken, onu mutlu etmek isterken sonunun böyle olacağını bilemezdi. Onun sadece iyi olmasını istemişti.

Üst kattan gelen ağlama seslerini duymamak için kulaklarını kapatıp oturdu ve başını dizlerine yasladı.

Luhan'ı daha fazla üzmek istemezdi. Daha fazla acı çektirmek istemezdi. Ama yapabileceği başka bir seçeneği yoktu. Luhan’ı kaybetmektense Luhan’ın ona olan sevgisini ve güvenini kaybetmeye hazırdı. Luhan yanında güvende olduğu sürece diğer şeylerin önemi yoktu.

The Last HumanTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon