× 6 × Bilmediklerim

10.8K 323 36
                                    

Merhaba! Neredeyse 3 bine yaklaşmışız bunu görmek beni çok mutlu ediyor. Öncelikle bu hikayeyle ilgişi daha önce de vurguladığım gibi çok entrikalı planlarım var :) Fakat hikayeye daha iyi bir kurgu yükleyebilmek için sağlam temeller üzerine kurmam gerekir. Bunun için de bazen okuduğunuz bazı ayrıntılar önemli gözükmese bile ilerleyen bölümler için önemi büyük olacak. Bu bölümde bunlara çokçana yer verdiğimi fark ettim. Okumadan önce uyarmak istedim .d

Eğer bile isteye spoiler almak isterseniz ilk önce bir sonraki bölümdeki resme bakabilirsiniz, öptüüm :*


♤♡◇♧

Güneş gözlüğünü çıkardım ve saçıma taktım. Öğlen vakti güneşin yakıcı ışınları tam tepeden vuruyordu yeryüzüne. Haziran ayının son günlerinde hava fazlasıyla sıcaktı. Üstümdeki beyaz kot şort ve kırmızı askılı bluz bile hissettiğim sıcağa engel olamıyordu.

Evin üzerinde gezdirdim gözlerimi. Tam ormanın içinde -evet ormanın içinde, bir sitede filan değil- iki katlı, ahşap, küçük ama sevimli bir köşktü diyebilirim. Şehrin dışında yer alıyordu. Şile'nin merkezine biraz uzak olduğunu söyleyebilirdim. Gelirken taksici bile patika yollarda çok zorlanmıştı. Yakınlarında hiçbir bina, hiçbir insan yoktu. Sadece doğa ve doğanın ortasında birbaşına bu ev.

Annemin söylediğine göre Can Bey'in haftasonları huzurlu bir kaçamak için geldiği eviymiş burası. Acaba bu adamın kaç evi daha vardı?

Hoş bir yerdi aslında kabul etmem gerekirse. İleriden dalgaların sesini duyabiliyordum, o çok sevdiğim yosun kokusu geliyordu burnuma.

Taksici patika yolun üzerinde geri geri gitti ve zorlayıcı bir hamleyle dönüş yaptı. O gidince yalnız kaldım.

Alçak taş duvarlarla çevrili küçük bir bahçesi vardı. Can Bey gibi birisi için fazla gösterişsizdi bu ev. Belki de bu yüzden huzur bulmak için buraya geliyordu: sadelik için. Aslında tam da annemin seveceği türden bir yerdi.

Sırt çantamın saplarından sadece birini omzuma asmıştım ve yanık tenimi acıtıyordu. İtalya'dan döneli bir gün olmuştu daha. Babam ve eşi, yani Anna her yaz birkaç haftalığına İtalya'ya giderler ve beni de yanlarında götürürler. Anna'nın ailesinin İtalya'nın güneyinde büyük bir yazlık evi var. Kendi çocukluğu ve Helen'in çocukluğu o evde geçmiş aynı zamanda. Aslında genelde onlarla vakit geçirmek eğlenceli olur. Her yıl Helen'le sahilde yaşadığımız maceraların haddi hesabı yoktu. Benden üç yaş küçük üvey kız kardeşimle -her ne kadar kardeşten ziyade çok yakın olmayan arkadaşlar gibi olsak da- takılmayı seviyordum. Hem ona ablalık yapıyordum, hem de benim ciddi duruşumun yanında onun fazla çılgın yanının ağır basması bazen başımıza hiç beklemediğimiz şeylerin gelmesine sebep oluyordu.

Bu yaz da fena geçmemişti aslında. Ten rengimin çoğu insanın aksine fazlasıyla beyaz olması bana bol bol acı çektiren güneş yanıkları getiriyordu ama artık alışmıştım böyle olmasına. Aradan geçen üç haftaya rağmen hâlâ acıyordu kızarık omuzlarım. Benim gibi bir insanın bronzlaşmasına imkan yoktu.

Üç hafta... Koskoca üç hafta...

Her seferinde benim iple çektiğim, annemin ise beni özlediği için yollamak istemediği İtalya tatili için bu sene değişen bir şeyler oldu. Ben gitmeyi hiç istemedim, annem ise beni yollamak için fazlasıyla istekliydi.

Ben gelene kadar hazırlıkları halledip bitireceğini söylemişti, gerekçesi buydu.

Ama ben ona hiç inanmıyordum.

Beynim her ne kadar annemin sözlerine inanmak istese de -o bana hiç yalan söylemezdi- Nişantaşı'ndaki butikte yaşadığımız o olayın annemle, bizimle bir ilgisi olduğunu; bu yüzden beni bir süre ortalıkta gezdirmek istemediğini hissedebiliyordum. Ne yazık ki o bana yalan söylüyordu...

▪Güzeştâh ▪|| +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin