26. Bölüm: TÖREN

697 59 2
                                    

Kralın çalışma odasının kapısının önünde durup derin nefes aldım ve kapıyı tıklattım. İçeriden gel sesi duyamayınca tekrar tıklattım fakat yine gel sesi duyamamıştım. Anlaşılan kral odasındaydı. Arkamı döndüğümde Syham ile karşılaştım. İstemsiz olarak tüm vücudunu incelediğimde ince kesikler dışında bir yarasını görememiştim. Bu iyiydi.

"İyi misin?" diye bir soru yönelttiğinde bakışlarımı gözlerine çevirdim.

"İyiyim, ya sen?"

"İyiyim. Kralı mı arıyordun?"

"Evet de sanırım odasına çıkmış. Yarın sabah gelirim."

Kafasını onaylar anlamda sallayıp az önce benim ona yaptığım gibi o da benim vücudumu süzdü.

"Kolun çizilmiş, revire gittin mi?"

Yanına doğru ilerleyip koluna girdim ve onu da peşimde yürütmeye başladım. Ayak üstü konuşma olmazdı ve bizim konuşmamız uzayacağa benziyordu.

"Gitmedim çünkü hafif bir çizik. Acısını hissetmiyorum bile."

Bu sefer kafasını o olumlu anlamda salladı ve kısa bir sessizlik oluştu. Bu esnada bahçeye varmıştık.

"Nasıl hissediyorsun?" diye sorduğumda derin bir nefesi içine çektiğini duydum.

"Bilmiyorum, garip. Savaşı kazandık ama bizim de kayıplarımız oldu. Elbet bu kayıplar karşı taraf kadar fazla değil ama insan üzülüyor. Onlar için yarın öğleden sonra tören düzenlenecek."

Bakışlarımı yere eğip kafamı salladım. Ben olmasaydım eğer çıkacak savaş toprak savaşı olacaktı. Fakat daha geç olacaktı. Ben savaşı hızlandırmış, hatta baya hızlandırmış ve bizimde kayıp vermemize neden olmuştum. Kendimi ne kadar hafifletmeye çalışsam da suçluluk duygusu bir yerlerden çıkıp geliyordu.

"Suçlu hissetmene gerek yok. Er ya da geç bu savaş çıkacaktı. Hatta o zaman çok daha fazla kayıp bile verebilirdik. Savaşta bizim yanımızda olman, hatta ve hatta şeytanın bile bizim tarafımızda olması bize çok büyük avantaj kazandırdı."

"O şeytanın bir adı var." diye mırıldandım. Thomas iyi birisiydi ve ona böyle davranılmayı hak etmiyordu.

"Her neyse. Onu sevmediğim bir gerçek. Yine de ona bir teşekkür borcumuz var, yarın isterse o da törene gelebilir."

"Sorarım." diye mırıldandım ve bahçede boş bir çardağa yönlendirdim. Syham'ın kolundan hâlâ çıkmamıştım. Normalde böyle şeyler yapmazdım, bana ters kalırdı ama savaş sonrası gerçekten değiştiğimi hissediyordum. Umarım bu iyi yönde bir değişim olurdu.

Syham ile çardağa karşılıklı oturduğumuzda savaş konusunu kapatmış, havadan sudan konuşmaya başlamıştık. Bu biraz da olsa aklımızı dağıtmış, her şeye rağmen gülebilmiştik. Bu süreçte ise Syham'a haksızlık yaptığımı daha iyi fark etmiştim. Belki de büyük büyük büyük annem bakış açımı da değiştirmiş olabilirdi. Ikendore beni kullanmıyordu. Kral beni kullanmıyordu. Syham beni kullanmıyordu. Bu benim aptal kafamın uydurduğu ve beni onlardan bir nebze de olsa uzaklaştıran düşüncelerdi ve artık onlar yoktu. Ergen öğrenciler ve yakınlarını kaybedenlerin dışında kimsenin bana kötü gözlerle bakacağını da sanmıyordum. İsterlerse bakabilirlerdi gerçi, pek umurumda olmazdı. Ama bir şey yapmaya kalkışırlarsa da sesimi çıkarırdım. Çünkü ben seçilmiş kişiydim. Çünkü ben gezegenin umuduydum. Çünkü ben tanrı ve tanrıça tarafından kutsanmıştım.

***

Yüzüme vuran ışıkla yatakta diğer tarafa dönüp homurdanarak gözlerimi açtım. Anlaşılan sabah olmuştu ve ben uykumu çok da iyi almamıştım. Yine de bir an önce kral ile konuşup bugün olacak törene hazırlanmalıydım. Aklıma gelmişken Thomas'a da haber vermeliydim.

EjderhaWhere stories live. Discover now