epilog two - i found a love

270 34 53
                                    

Merhabalar! Sonraki bölüm Michael&Ocean (ehuhehu yine dengesizlik yapacağım sanırım), ondan sonra Fleur&Ashton planlarıma göre... Umarım diğerlerinin bakış açıları sizleri sıkmıyordur, canım bebeklerimin hikayelerini hiç bilmememiz beni üzdü açıkçası. Shane'i de yazmak isterdim ama sanırım olmayacak:( Ah güzel oğlum... 

Okumak isterseniz profilimde çılgın, farklı olmaya çalışan The Erotomania isimli bir kurgu var. Aynı zamanda çok severek yazdığım iki Calum kurgusu. Desteklerinizi onlarda da görmeyi çok isterim.  

İyi okumalar!

*

Calum | 27 Mart 2020

"Ne bok yerseniz yiyin. Bundan sonra size karışmıyorum." Son sözümü söyledikten sonra sinirim hala içimde gezinip daha fazla konuşmam için beni teşvik ederken kapıya doğru ilerledim ve ceketimle arabamın anahtarını alıp çıktım. Arkamdan Michael'ın da geldiğini duyabiliyordum ancak şimdi aynı ortamda olmamamız en iyisiydi çünkü birbirimizi suçlayıp kavga etmek için çok nedenimiz vardı. Bu yüzden yüzüne dahi bakmadan arabama bindim ve yapabildiğim en hızlı şekilde bu evden uzaklaştım. 

Aylardır gruptaki herkese bir şekilde yardım etmeye çalışırken her şeyi öylesine içimde tutmuştum ki Ashton'ın beni suçlaması tüm sinirlerimi germişti. İkisi arasında gidip gelirken, ikisi de kırılmasın diye uğraşırken yapmadığım kalmamıştı. Kendi hayatımı unutmuştum neredeyse. Her acı verici sahneden sonra soluğu Fleur'un yanında almıştım, Ashton aptalca bir karar verip onu paramparça etmesin diye uğraşıp durmuştum. Elimde ne kalmıştı? Ashton bir araya gelmedikleri için beni suçlamıştı. Sikik herif.

Bir yandan da nasıl Luke'u böylesine ihmal edebildiğimizi düşünüyordum. Hepimiz nasıl bu kadar kör olabilmiştik? Okulu ektiği günler neden sormamıştım ona? Her gün birlikte gittiğimiz halde nasıl gözlerinin çöküşünü veya kilo verişini görmemiştim? Aynı evde kaldığımız çocuğun eriyişini göremeyecek kadar kendi hayatlarımıza odaklanıp bencilliklerimize gömüldüğümüz için hepimize çok sinirliydim. Onun da dediği gibi, bir drama çemberinde gereksizce hapsetmiştik kendimizi. 

Öfkeyle nereye gittiğime dikkat bile etmeden geldiğim yerin Amanda'nın evi olduğunu fark ettiğimde bir nefes verdim. Bu kadar sinirli bir şekilde karşısına çıkmak istemiyordum, okul çıkışı birlikteydik ve harika vakit geçirmiştik. Bağlı olduğumuz kulüp aracılığıyla bir hastaneye gitmiş, kanser hastası çocuklarla oynamıştık. O kadar güzel bir gündü ki... Mor bir elbise giymiş, ona aldığım mor, üstünde papatya olan bucket şapkasını iki yandan ördüğü saçlarına takmıştı. Normalde o meşhur çizimli makyajlarından yapardı ancak çocuklar makyajdan zarar görebilir korkusuyla yalnızca üç küçük papatya yapıştırmıştı gözünün kenarına. Onu gördüğüm an dünyanın en güzel şeyine bakıyor gibi hissetmiştim. Hayatım buydu işte. Amanda ile birlikteyken pozitif, neşe dolu; en yakın arkadaşlarımlayken ise gergin. Bu aylardır böyleydi ve arkadaşlığın anlamının bu olduğunu sanmıyordum.

Arabadan indikten sonra bir sigara yaktım ve bir süre evin önünde ileri geri yürüyerek sigaramı içime çektim. Amanda bundan hoşlanmıyordu ancak şu an gerçekten biraz gevşemeye ihtiyacım vardı. Arka bahçeden gelen sesini duyduğumda kaşlarımı kaldırarak oraya ilerledim. 

"Bak Cordelia, son kez söylüyorum. Kahve benim, su senin." Elindeki kupayı kaldırarak ona doğru zıplayan kediyi durdurmaya çalışırken bir yandan da suyu kaba dökmekle uğraşıyordu. Sigaramı indirip hafif bir tebessümle onu izlemeye başladım. Örgülerini açmış, dalgalı turuncu saçlarını serbest bırakmıştı. Üzerinde de toz pembe bir şortlu pijama takımı vardı. 

Why Won't You Love MeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin