226 14 34
                                    

(Hepinize merhaba! Tuhaf bir gün. Bugün günlerden 20 Ekim salı. "Visitor" kitabını bitirdikten 1 gün sonra sizlerle "Helfer" kitabında buluşmaya geldim. Dün, Seventeen'in Home;Run şarkısı yayınlandı. Hedef 24 saatte 8M yapmaktı. Olmadı. Çok sinirlendim. Stres atmak sizinle kendime gelmek için kitaba başlama fikri aldım. Helfer, almanca'da yardımcı demek. Kitabı okudukça isminin neden böyle olduğunu anlayacaksınız. Yazarınız olan ben, Melek, keyifli okumalar dilerim...)

En şık halim ile şirketten çıkmıştım. Hem rahat hem tarzdım. Özgüvenim en yüksek seviyedeydi. Elimde telefonumla yürüyordum. Mingyu'nun doğum gününde programım dolu olduğu için onunla ilgilenmemiştim. Ama şimdi sözüm vardı ve içmeye gidiyordum. Mingyu'nun favori mekanına gidecektik. Mingyu önden gitmişti. Ben de yanına gidiyordum. Twitterda dolanarak yürüyordum. Ara sokak sayılmayacak ama oldukça sessiz sakin bir sokaktan geçiyordum. Hemen yanımda minik bir lise vardı. Şiddetli çarpmamla telefondan başımı kaldırmıştım. Karşımda saçları cimcime örgülü, çilli, gözlüklü ağlayan bir lise öğrencisi vardı. Birbirimizi gördüğümüz gibi başını, yüzünü göremeyeceğim şekilde aşağıya eğdi. Ona çarpınca canını yaktığımı düşünmüştüm. Maskesiz olmam umarım problem olmazdı ama kaçıp gidemezdim.

-İyi misiniz? Diye seslendim. Onaylayan sesler çıkarmıştı. Yüzünü gmrüp iyi olduğundan emin olmak istemiştim. Yüzümü eğip yüzünü görmeye çalışınca da cevap vermemişti.

-İyi misiniz küçük bayan? Dediğimde yine onaylayan sesler çıkarmıştı. Daha fazla yapacağım bir şey yoktu. Benim çarpmamla ağlamadığı kesindi. Birden bire koşar adımlarla uzaklaşmıştı. Şaşırsam da fazla düşünmeden yoluma devam ettim. Bara girince gözlerimle kısa bir tur atıp Mingyu'yu gördüm ve yanına gittim.

-Nerede kaldın?

-Geldim işte!

-Ahh...Hyunglarım benimle ilgilenmiyor. Deyip başını masaya koydu.

-Hadi istediğini al. Ben ödeyeceğim. Dememle hızlıca başını kaldırıp gülümsedi ve garsonu çağırıp bir şeyler konuştu.

-Geldiğimde bir kıza çarptım. Ağlıyordu. Sert çarptığımı düşündüm. Ama benim yüzümden ağlamıyormuş. Tek kelime etmeden kaçıp gitti. Çok değişik insanlar var.

-Kıza mı? Güzel miydi?

-Lise öğrencisiydi!

-Haaa anladım. Amaan bizi ilgilendirmez.

-Öyle. Dedikten sonra mingyu telefonunu çıkardı ve fotoğraf çekmemi istedi. Bir kaç fotoğrafını çektikten sonra garson içeceklerimizi getirmişti. İçerken aynı zamanda zamanın ne kadar çabuk geçtiği hakkında konuşuyorduk. Gözüm bir ara kapıya takıldı. O gelmişti. Yolda çarptığım kız. Az evvel bize içecekleri getiren garson yanına gidip bir şeyler konuştu. Kız yine başını eğik tutuyordu. Patronu muydu? Hayır. Garson kolunu çimdiklemişti. Bir patron bu kadar ileri gidemezdi.

-Yha! Mingyu! Bu kızdı! Kapıdaki üniformalı kız. Mingyu hemen kapıya dönüp baktı.

-Küçücük. Neden yeri izliyor? Şu garson...kızı mı azarlıyor? Ahh dünyada çok kötü insanlar var. Aklıma stajyerken Bumzu hyung'un bizi odasına çekip azarladıpı gün geldi. Hayatımdaki en utanç verici gündü.

-Iww hatırlatma! Dedim ve bardağımı kafama diktim. İçeceklerimizi içtikten sonra ödemeyi yapmak için kasaya gittim. Kasadaki kadının arkasındaydı. Hala okul kıyafetleri üstündeydi. Hala da yere bakıyordu. İnsancıl bir duygu ile ne derdi olduğunu merak etmiştim. Kasadaki kadın bana gülüp arkasını dönmüştü. "Kes sesini" diye onu azarlayıp bana geri döndü. Farkında olmadan onu izliyordum. Kasadaki bayan önümde elini sallamıştı.

-Pardon beyefendi. Ödemeyi yapınız. Dedi ve tekrar gülümsedi. Gözümü oradan çekip ödememi yaptıktan sonra oradan ayrılıp yurda döndük. Duş alıp biraz kendime gelip televizyonun yanına geçtim. Jeonghan yanımdaydı.

-Gününüz nasıl geçti?

-Tuhaftı. Güzeldi. Sakindi.

-Sakin geçmesi iyi olmuş. Skandal kaldıramam. Az önce haberlerde bir kaza çıktı. Adam metrelerce uzağa fırlamış. Zavallı...

-Haberlerden nefret ediyorum. Yürüyüşe çıkacağım. Dedim ve aniden kalktım. Ceketimi giyinip aşaşıya indim. Parkın yanındaki bakkaldan bir kutu kola alıp içmeye başlayarak parka girdim ve bank'a oturdum. 3-4 dakika sonra yanıma başka biri oturdu. Ama tersime doğru oturmuştu. O şiddetli oturuşuyla ona doğru daktım. Sabahki kızdı bu. Sokak lambası yüzüne doğru vuruyordu. Yine ağlıyordu. Ona baktığımı fark edince kafasını çevirdi.

-Kimsin sen? Sabahtandır kaçıyorsun! Yüzünü göstermiyorsun.

-Özür dilerim.

-Adın nedir?

-Go Duksoo.

-Sabah sana çarptığım için ağlıyorsun sanmıştım. Bir sorun mu var?

-Önemli bir şey yok.

-Umarım öyledir. Ağladığını görünce üzüldüm. Daha küçüksün ve önünde ağlayacağın çok şey var. Dediğimde kısa bir gülüş attı.

-Daha neye ağlayabilirim ki?

-Sorun nedir? İstersen bana anlatabilirsin. Merak etme. Kimseye söylemeyeceğim.

-Hayır. Sizinle konuşamam. Siz bir idolsünüz.

-Ne?

-Hayır. Dedi ve bana sırtını döndü. Ne olduğunu anlamamıştım.

-Duksoo! Önemli değil. Sana güvenebilirim değil mi?

-Güven kazanılan bir şeydir. Size evet dersem bu güvenilir biri olduğum anlamına gelmez.

-Çok açık sözlüsün.

-Özür dilerim.

-Açık sözlü olduğun için mi özür diliyorsun? Hayır dileme. Yani bu kötü bir şey değil. Kötü bir anlamda söylemedim.

-Peki. Yine de özür dilerim. İyi akşamlar. Deyip kalkıp gitmişti.

Go Duksoo, seninle bir daha nerede karşılaşacağız kim bilir. Zavallı kız...

HELFER{Yardımcı}Nơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ