3

57 7 0
                                    

Boğaziçi'nde Mevsimler

Yaşamak için, İstanbul'da, başka her taraftan güzel fakat biraz hüzünlü bir yer var: Boğaziçi! Hemen bütün mahalleler, her ne sebeple olursa olsun, (bu sebepleri bilir ve sayabiliriz) adileşmiştir, bizi de adileştirir. Lâkin Boğaziçi'nde insan sokak ve mahalle ile münasebetini keserek, eğer ruhunu hazırlamış olursa, ancak tabiatın güzelliğine, sulara, dağlara, göğe, mevsimlere dönmüş ve dayanmış yaşar.

Ne doğuşun sebebini, ne de öleceği zamanı bilmeyen insanın hususi talihi ne olursa olsun, İslamiyetin "mukadderat" dediği şeyler, huyu, sıhhati, muhitine uyuşu, tesadüflerin kafilesi kendisini ha saadet ha felaket denecek bir hale sürüklemiş olsun (zaten öyle gafil yaşarız ki biz, çok kere saadetimizi kaybettikten ve felaketimizi geçtikten sonra duyup anlarız); sallanan sularıyla dünyanın pek sağlam olmadığı hissini veren bu mavimtırak geçit bir ömür için muhteşem, emsalsiz bir mekândır.

Boğaziçi'nde doğarak ve büyüyerek onun hususi şivesini ruhuyla duymuş olmayı hayat için bir talih biliyorum. Sevgiliden mahrum kalmış bir adam yalnızlığının sahrasında, en fersiz gözlü, en yoksul çehreyi, Leyla'nın ve Şirin'in güzellikleriyle bezenmiş görerek onların meşhur âşıkları kadar sevebilir. Aşk bize sevgilinin verdiği değil, ruhumuzun yarattığı bir ihtiyaçtır. Bir sahra bile olsa doğduğumuz yerleri mutlaka severiz. Fakat zevkimiz dünyanın güzellik hâzinelerinde inceldikten sonra doğuş yerimizi en makbul güzellerle mukayese etmek ve sevgilinin üstünlüğünü görmek, bu, ne lezzettir! İnsan nerede olsa Boğaziçi'ni hasretle hatırlıyor. Onu Paris'in bin bir cazibesi içinde düşünüyordum. Uzak sevgilinin doyulmamış nazarları gibi ruh için, bir türlü modası geçmiyor!

İhtimal, her tarafta olduğu gibi, ancak bu muhit içinde yaşayanlar da onun hususiyetlerini iyi bilmezler. Zira uzak yerleri de görüp mukayese etmeyi öğrenmemiş mahluklardır. Fakat ben yalnız ömrümün birçok senelerini burada yaşamış değilim. Başka şehirlerde geçirmiş olduğum nice senelerden sonra da bu mutlu yerlerin karşısında onları ve onlarda talihimi temaşa ettim (zira geçen ömrün en mühim duygularını geçmeyen güzellikler karşısında duyarız) ve her defasında kalbimde iki hissin canlandığını fark ettim.

Bu hislerin birine, en eski zamanlarımın içinde yüzmüş olduğu musikîleri tekrar duymak zevki diyebilirim. Çocukluğun geçtiği yerler muhakkak insanın cennetidir. Orada, dünyanın başka bir tarafında rast gelmeyeceğimiz bir mucize buluruz. Sihirli birtakım suların çeşmeleri bizim için hep birden akmaya başlar. Sular, rüzgârlar, dağlar ve bütün manzaralar bizimle konuşur! Yaşanan zamanın, güya bitmemiş bir musikî gibi, maziyi devam ettirişi tatlı ve garip bir hisle duyulur. Geçen saatler ve değişen renkler, kıvrımlarında, hep geçmiş günleri ve geçmiş hisleri saklar, tekrarlar. Boğaziçi'ne ne zaman geldimse akşamın yaklaştığını duyan kanımda gittikçe koyulaşan bir daüssılaylabu eski çalgılarımı dinledim.

Öteki hisse de tabiat ve muhitle nadir görülür bir akrabalığı duyarak, bir aile çatısı altında gibi, bunda dinlenmek lezzetidir diyebilirim. Boğaziçi'ne ne zaman döndümse kendi kendime derdim ki, işte burası gönlümün başıboş hülyaları, hayal içinde büyümüş hislerim gibi güzel, yüksek ve hüzünlü bir yer! Ve bunu gittikçe derinleşen bir iman ile duyuyorum.

İlk gençlikte yıldızlı bir göğün şaşaası kalbi adeta rahatsız eder, yakar. Bu ihtişam altında büyüklerin âdetlerini bozmadıklarına şaşan bir çocuk, "Nasıl oluyor da insanlar bu azamet karşısında hislerini yükseltmiyorlar?" diye düşünür. "Ne yapmalı bilmem!" der, "Fakat ruhlarımızı açmalı ve adilikleri bırakmalıyız." Boğaziçi'nde insan bunlardan kurtulur, yıldızlı bir göğü gönlünün mağrur hüznüne eş sayar, denk tutar ve onun ahengine uyar.

Boğaziçi YalılarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin