4

55 5 0
                                    

Yalılarda Günler ve Saatler

Boğaziçi yalılarında geçen bir devri, bir ömrü, bir mevsimi değil, bir tek günü bile, nasıl anlatmalı ki bu, bir gülü gösterip koklatmadan onu tarif etmeye benzer. Rikkatimize dokunan rengini nasıl söylemeli? Ve gönlümüzü bayıltan kokusunu nasıl duyurmalı?

Storları, tül ve kumaş perdeleri kapamış olduğum halde, güneş, sabahları bunların arasından sızarak suların cümbüşünü elektriklenmiş altın çubukları halinde, tavanda oynatırdı.

Hizmetçi gelir, sabah çayını ve sabah gazetesini getirir, ilk açılan pencereden giren munis rüzgârlarla, güneşli, neşeli, parlak ve genç, yeni bir gün odanın içine dolar, yeniden başlardı.

Denize atlarken nasıl bir an üşüyeceğimizi düşünerek tereddütle durur ve sonra, duyacağımız soğuğun hazzına daha büyük bir acele ile dalarsak, bu günün hazzı içine yatağımızdan öyle atılırdık.

Denize giriş, yalının sofalarında ve bahçenin yollarında koşuşmalar ve oyunlar, bir sal üstünde gibi, kolayca bizi öğlenin âsude ve işgüzar yemek saatlerine götürürdü.

Öğlenin bu olgun ve herkesi kendi ruhuna çeken sıcak ve ağır saatlerinden sonra, bir gül gibi açılan ikindinin asıl güzel, mavimtırak ve şairane saatleri gelirdi.

Bu zamanlarda neden şiir, resim ve musikî ile uğraşmadığıma acırdım. Zira dünya ve hayatın tadını duyduğumuz zamanlar bunu dile getirmek için şair, güzelliğini gördüğümüz zamanlar bunu tasvir için ressam ve ahengini dinlediğimiz zamanlar bunu duyurmak için musikişinas olmak ister ve bildiğimiz şairlerin, ressamların ve musikişinasların acizlerine ve sükûtlarına şaşarız.

Boğaziçi'nde, ifade edilmek için, şiirin, resmin ve musikînin yardımına ihtiyaç gösterir gibi bir türlü ele geçmez ve ruha her zaman bir daüssıla verir bir hal vardır.

İşsiz, yavaş, hesapsız gün, altın ışıklarını ikindinin mavimtırak saatlerinde usulca eriterek ve sonra ne çabuk bir çiçek gibi solarak, koyulaşarak, daha içli ve mor saatlere, akşamın tahassürlerine, vedalarına girer ve bir musikî dinletirdi.

Güneş, ikindi üstü, yalının arka tarafına çekilirdi. O zaman sular bir akşam şivesiyle çağıldamaya koyulurdu. Günün güzel gözlere benzeyen aydınlığı akşamın tadını duymaya başlayan bir gönlün hüznünde ezilince, ruha ve gözlere bu göklerden ve sulardan gelme serin bir mavilik serilirdi.

Bütün bu nazlı, mavi, mırıldama, akıcı sular gönlümde çağıldıyor, gönlümden geçiyor sanırdım.

Bazı akşamlar, Boğaz'ın her zaman canlı rüzgârları, daha ziyade serinleşir, bir meltem halinde eserdi. Bazı akşamların renkleri koyulaşır, bu renkler, bir nevi hafif mehtap gibi daha tesirli bir halavet alırdı. Bazı akşamlar, sular ve manzaralar yorgun bir içlilik alır ve Boğaziçi bir havuza dönerdi.

Hakikat bir hayale benzer, insanlar birer evliyaya benzer, saatler birer çalgıya benzer, günler gelip geçen nazlı, vefasız kadınlara benzer, mevsimler birer hatıraya benzerdi. Ruhumun içinde, mavi sularıyla Boğaziçi muttasıl geçer giderdi.

Ezani saat dokuz buçuk sularında, vapurla İstanbul'a mı ineceğimi, kayıkla Boğaz'a mı çıkacağımı düşünürdüm. Zira yazık ki her bir zevki intihap daima bir diğerini feda etmek bahasınadır!

Ezani saat on iki sularında karanlık artar, ortalığı kaplar, sular gittikçe lacivertleşir, her şey, kayık ve sandallar biraz yorgunlaşır, pencereler kapanır, evlerin ışıkları birer küçük kandil açar, faniliğini hatırlayan ve düşünmeye koyulan ruhlarda bir buhran olur, herkes kendi içine ve kendi odasına çekilir, ruh için bir inziva demi başlardı.

Boğaziçi YalılarıWhere stories live. Discover now