sana dokunuyorum, seni kızdırıyorum ve seni hissediyorum

401 54 45
                                    

umarım bu gece aşkım seni ayakta tutar.

mumları söndür, ışıkları kapat, belki kırmızı ışığı yak, belki kendini. bir şarkı aç, sesine yakışacak bir şey olsun, nefes al, beni hisset, beni kızdır, bana dokun.

Lucas başını iki yana salladı küçük olana sırıtırken. Renjun kucağındaydı, morluklar hala orada duruyordu, mumlar sönmüştü, mordan kırmızıya geçen bir ışık yanıyordu. Tartışıyorlardı, ama nahoştu sesleri. Demian'dan çaldıkları şarap, ikisinin de aklını yumuşak bir hamur halini getirmişti. "Seks," diye fısıldadı Renjun. "Hissediyorum, seks yapacağız."

Yine itiraz etti yukhei ama gülümsemesi hala suratındaydı. "Tch, gün güzeli. Seks denemez buna." Flörtöz tavırlarla boynuna başını yasladı küçük olan ve fısıldadı kulağına. "Ne denirmiş ona, hm?"

"Sevişmek." Yüzüne bakmak istedi sevgilisinin. Ellerini tuttu ve kahve irislerini gözlerine dikti Renjun'in. Sevişmek denir. Ben senin vücudunla sevişmem sadece. Sesinle sevişirim, ruhunla sevişirim. Vücudun değil önemli olan. Ruhun. Kalbini severim, kızınca kızaran kulaklarından tut, aklından geçen o küçük düşünceleri bile severim ve sevişirim Renjun."

Buydu işte, wong yukhei bu kadar basitti. sevgilisinin kollarında can verirdi, sokak sokak arardı ve ölse bırakmazdı. Yavaşça oturduğu kırmızı koltuktan kucağındaki çocuk ile kalkıp, geniş deri kanepeye yasladı renjun'in sırtını. Yavaşça tişörtünü sıyırdı önce. "Sesini tutma güzelim. Duymak istiyorum, anladın mı?"

Mumlar yeniden yandı. Hiç sönmeyen ateşi yaktılar beraber. Demian'ın tarlasının kenarındaki küçük ev, o yaşlı ev aşka şahitlik etti. Bu büyük bir aşktı, kalbe, vücuda, ellere sığamayan. gözlerden taşan ve dudaklarda tutuşan. Sevişmek başkaydı, wong yukhei okşar gibi öpüyordu her bir zerresini. 1 haftadır bu evde ikisi beraberlerdi. birlikte uyumuşlardı, telefonlar kapalıydı. sadece dün renjun abisini aramıştı o kadar. günlerdir birbirilerini tatmışlardı.

ve yine, huang renjun ağlıyordu. huang renjun'in dudağından dökülen özürlere anlam veremedi büyük olan. ama içini kara bir bulut kapladı. her özür duyduğunda kötü bir şey oluyordu ve bu doğru tahmindi. küçük olan ölüyordu, acısı gözlerinden dökülüyordu tıpkı aşkı gibi. acısını tutamadığı gibi, aşkını da asla koruyamıyordu. lucas geri çekilip ağlamaya başladı. nedeni yoktu, gün güzeli ağlıyordu ve mahvoluyordu. yüzünü avuçları arasına aldı. "ne oldu? yalvarırım anlat bana renjun. dayanamıyorum sen böyle oldukça."

küçük ıslak yanakları ile başını iki yana salladı ve dudaklarını öptü sevgilisinin. "çok özür dilerim, özür dilerim lucas. "

wong yukhei'nin dediği gibi, huang renjun sadece kendisini mahvederdi.

sabah gözlerini açtığında, küçük yatakta, kollarının arası bomboştu lucas'ın. hızla doğruldu. renjun yine erkenden uyanıp kahvaltı hazırlıyordu kesinlikle. zayıf bir ıslıkla mutfağa girdiğinde boş olduğunu gördü. banyoya yürüdü, belki de duş alıyordu. ama hayır, bir damla bile su yoktu zeminde. üzerine kot ceketi geçirip odun kırdığı arka bahçeye çıktı. yoktu, gün güzeli yok olmuştu. kıyafetleri yoktu, yastığa sinen kokusu yoktu, beraberinde getirdiği o ufak çanta yoktu. sesi yoktu. ayakkabıları hızla ayağına geçirip koşmaya başladı. tarlanın yanından geçen anayolu sadece üç dakikada bitirdi, kapkara dut ağacını geride bıraktı. küçük kutu evi, orman yolu, kiraz bahçeleri derken sonunda meydana vardı. ve bu kadar yolu sadece onbeş dakika da gelmişti. deli gibi nefesler alırken meydandaki herkes ona bakıyordu. tüm gözler. önemsemeden layla'nın kahvehanesinin kapısını sertçe itip, içeri girdi.

oradaydı. küçücük bedeni, kendisi gibi ufak çantası, lucas'ın tişörtünü giydiği için apaçık olan boynu ve morluklari. büyük bir gülümseme yerleşti yüzüne. rahatlamıştı. yanına yürüdü. "iyisin, değil mi renjun? iyisin."

Renjun başını kaldırmadan cevap verdi. " evet, iyiyim."

"neden erkenden buraya geldin hemde çantan-"

"lucas." küçük olan sonunda başını kaldırdı ama irisleri buz gibiydi. "abim beni almaya geldi. on dakikaya burada olur. gidiyorum."

Lucas anlıyordu, renjun'den ailesini bırakmasını isteyemezdi zaten. bu yüzden onu anlıyordu, başını sallayıp tekrar gülümsedi. "tamam güzelim. eşyalarının hepsini topladığından emin misin? Iki gün sonra geleceğim, olur mu? seni bulurum yine-"

" lucas diyorum duymuyor musun?" çığlığa yakın sesle kahvehanedeki herkes ikiliye döndü. lucas sessizce fısıldamak için dudaklarını kıpırdattı ama nefes bile alamadı. renjun bağırmıştı, hemde lucas diye. kapıdan yeni giren jaehyun ve taeyong kenara geçip izledi sadece. "sana lucas diyorum, gidiyorum diyorum. anlamıyor musun?"

"anla tamam mı lucas? beni bulmanı istemiyorum. beni yakalama artık. çünkü ben seni tutmak için kılımı bile kıpırdatmayacağım."

ay tozu o an yok oldu, küçük ev yıkıldı. lucas öldü ama söyleyemedi. hicbir şey diyememisti.

ve sanki bu anı bekliyormuşcasına içeri dalan on tane üniformalı adamdan birisi elindeki fotoğrafı gösterdi. "bu adamı arıyoruz, wong yukhei. uyuşturucu satmak ve bulundurmaktan aranıyor."

yukhei gülümsedi, geriye döndü ve ellerini havaya kaldırırken tek kelime fısıldadı. "yakalandım."

"teslim oluyorum, lütfen silahları indirin insanlar korkuyor."

wong yukhei polise değil, yalan aşka yakalandığını düşünüyordu.


uzun zaman olmuştu.

gün çiçekleri güne küstüğünde | lurenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin