III| cursed heart

602 96 4
                                    

Üç gecedir düşlerimdesin.
Öyle sevecen, içten ve gerçeksin ki,
Düşte değil de, uyanıkmışım gibi.

Gölün orada seni bekliyorum. Gel ve kızıllığın içinde boğulalım. Ardından yıldızlara olan yolculuğumuz başlasın.

Elindeki kağıtta yazan şiire ve altındaki nota gülümseyerek bakarken kalbinin yerinden çıkacağına yemin edebilirdi. Onu düşündükçe karnına giren bu korkunç sancılar nefesini kesiyordu. Bu duygular... Öylesine ağır ama bir o kadar da güzeldi ki, hayat hiç böylesine sevinç dolu olmamış, bulutların arasında süzülüyordu sanki.

Theo'nun notunu ikiye katlayarak cebine yerleştirdiğinde babasına Pamela ile yürüyüşe çıkacağını söyleyerek evi terk etti. Kaslarını yakacak kadar hızlı adımlarla o tepeye doğru yürüyor, bir an önce oraya varmayı diliyordu. İki haftadır onu görmemişti. Başkente gideceğini söylemişti fakat Theo'nun başkentte ne işi olabileceğini anlamamıştı.

Tepeye vardığında dünya çoktan kızıl renklerin hakimiyetine girmiş, her zaman buluştukları yerde ise onu görmüştü. Ayakta, sırtı dönük olacak şekilde bekliyordu. Ellerini belinin arkasında birleştirmişti. Rüzgar siyah saçlarını geriye doğru okşarken Jocelyn bir müddet geride durarak bu tanrısal manzarayı hayranlıkla izledi. Ama elbette Theo çoktan geldiğini anlamıştı. Olağanüstü bir tebessümle omzunun üzerinden geriye baktığında Jocelyn de gülümsedi ve yanına doğru yürüdü. O sırada onun, hayatında görmediği kadar kaliteli kumaşların içinde olduğunu fark etti. Hatta belinde kahramanlara yakışır bir kılıç bile taşıyor, saçlarını özenle şekle sokmuştu.

"Gerçekten bir hırsız olduğunu düşünmeye başladım." demişti alayla.

Theo sıcacık bir bakışla vücudunun tamamını genç kıza çevirdi ve güçlü elleriyle onunkileri tuttu.

"Gerçeği sana söylediğimde değişecek misin?"

Başını iki yana yasladı. "Hayır, hırsız olsan bile düşüncelerim değişmeyecek. Senin iyi bir insan olduğunu biliyorum çünkü."

"Fakat sana en başından beri yalan söylüyorum." diye itiraf edince Jocelyn'in yüzündeki gülücük solmuştu. Yalandan oldu olası nefret ederdi.

"Ne yalanı?"

"Adım Theo değil."

Tuttuğu ellerini kendisine çekti ve kaşlarını çatarak "Adın Theo değil mi?" diye sordu. Aklı karışmıştı.

Böylesine ciddiyken karşısındaki genç adam eğlenerek güldü. Aslında gülücüğünü tutamıyor gibi görünüyordu.

"Adım Zayn, kralın en büyük oğluyum. Başkente gitme sebebim de onu ziyaret etmekti."

İnanmak çok güçtü. Ama bir yandan da bir hırsızın bile bu civarlarda böylesine iyi kıyafetler çalamayacağının farkındaydı. Ve böyle bir kılıcı da aynı zamanda... Kabzasındaki işlemeler kusursuzdu. Ancak bir saray demircisinin elinden çıkabilirdi.

"Bu gerçeği aylarca söylemedim çünkü söyleseydim birbirimizi tanıyamayacağımızı biliyordum. Bana sahte bir saygı duymanı istemedim."

Jocelyn'in ellerini tekrar tuttuğunda genç kız hayretler içerisinde prensin gözlerine bakıyordu. İnanılır gibi değil.

"Veliaht prenssin." dedi şaşkınlık içinde.

"Reverans yapmana gerek yok."

"Ama... Nasıl? Bir prens başkentte yaşamaz mı?"

"Bir zamanlar yaşıyordum. Sonra babam bu bölgeyi idare etmemi söyledi. Bunlar önemli değil." Ellerini sıktı. "Değişmeyeceğini söyle. Kim olduğumu biliyorsun ama eskisi gibi olacağımızı söyle. Söz ver bana."

O zamanlar gençliğin verdiği bir sarhoşlukla neler olacağını hiç düşünmemişti. Karşısındaki bir prensti, yakında kral olacak veliaht bir prens. Kendisinin kim olduğuna bakmaksızın o gün orada ona asla değişmeyeceğini söyledi. Yazık ki, uzun yıllar boyu en bilge insanlardan eğitim alsa da, prens de gençlik ateşinin arasında kalmıştı. Gençken yanan bir kalbi söndürmek elbette pek mümkün olmuyordu.

•••

Yağmur günlerdir hiç durmuyordu. Durmamasını umdu, yağmuru çok severdi. Yağmurda yürümeyi ise daha fazla. Dışarı çıkıp yürümeyi düşündüğünde pencere kenarından ayrılarak mantosuna yöneldi ama kapısı açılarak kıdemli hizmetçilerden birisi hoşnutsuz gözlerle ona bakmıştı.

"Kralın başı ağrıyor. Hemen gelmeni istedi."

Baş ağrılarında ona iyi gelen tek şey, beyaz çaydan yaptığı yağdan başka bir şey değildi. Dolayısıyla sadece o yağın bulunduğu şişeyi alarak odasından çıktı. Bir ölününkinden farksız kalbi günler sonra varlığını belli etmişti. Lanetli yürek, diye düşündü nefretle. Lanetli yürek.

Kralın girme emri duyulduğu zaman gözlerini yerden ayırmadan içeri girdi ve kral görmese de reverans yaptı. Pencerenin önündeki sandalyenin yanında sırtı kapıya dönük bir halde bekliyordu. Her baş masajını orada yapardı. O yumuşak sandalyeye oturur ve Jocelyn de arkasında durarak işini hallederdi. Yüzüne en yakın olabildiği anlar da bu zamandı. Neşeli hissettiği için kalbine bir lanet daha okumuştu. Parmakları arasındaki cam şişeyi sıkarak ona doğru ilerledi. Yaklaştığında adam sonunda yüzünü dönmüştü. Jocelyn olduğu yerde durdu ve bu anlık göz göze gelme durumundan çekinerek bakışlarını tekrar yere eğdi. Bir nevi burada hizmetçiydi ve hizmetçilerin kralın gözlerine bakmaya hakkı yoktu. Yine de... Onun gözlerine bakarken içinin titreyişini engelleyememişti, çok kısa bir anlığına olsa bile.

Kralın sandalyeye oturmasını bekledi ama o ayakta durmaya devam ediyordu. Neler olduğunu anlayamadığında Zayn belinin arkasında birleştirdiği ellerinden birisi ile sandalyeyi gösterdi ve kuru ama kesin bir sesle "Otur." dedi.

Kral ayakta dururken onun oturacak olması diğerleri için bir idam sebebi bile sayılabilirdi ve Jocelyn de endişelenmişti. Ama onun emrini yerini getirip sandalyeye çekinerek oturdu. İlk kez böyle bir durum gerçekleşmişti. Ardından ise daha da garip bir şey oldu. Kral, Jocelyn'in önünde dizlerinin üzerine çöktü ve sırtını bacaklarına yasladıktan sonra başını dizlerinin üzerine bıraktı. Gözleri kapalıydı. Masaj için bekliyordu. Jocelyn, parmakları titrerken onun ağrısını nasıl kesecekti?

Düzensizleşen nefesini eski haline getirmek için sessiz bir çabaya girişmişken hala titremekte olan elleriyle beyaz çay yağı şişesinin tıpasını açtı ve az bir miktar aldığı yağı eline yedirdi. Parmak uçlarını onun alnının üzerine koyduğunda ellerinin ne kadar soğuk olduğunu anlamıştı. Zayn'in teni ise adeta yanıyordu.

Alnındaki parmakları zaman zaman yanaklarına kaydı, bazen de gece karası saçlarını düzeltme bahanesiyle o yumuşak tutamları okşadı. Çok uzun bir zaman sonra ona böylesine dokunmak gözyaşlarını tutamamasına neden oldu. Sessizce akan iki damla çenesine doğru bir yol alırken neyse ki gözleri kapalı olan kral, bu yaşları hiç görmedi.

jocelyn • zmWhere stories live. Discover now