IV| more than anything

588 92 16
                                    

Kar düştüğünde beraberinde huzur verici bir sessizlik gelir, sanki bu koca dünya derin bir uykuya dalardı. Pamuğu andıran hafif taneler yavaşça gökten aşağıya süzülürken avucunu açtı ve eldivenine düşen bir kar tanesini izledi. Her zaman, getirdiği tüm o korkunç zorluklara rağmen, kışı daha çok sevmişti. Üşüyordu. Prensle birlikte az önce birbirlerini karın altına gömerken her noktası ıslanmıştı ama sorun değildi. Tabiatın sessizliği ikisinin kahkahalarıyla delinirken bedeninden adeta mutluluk taşmıştı.

"Senin için bir şiir daha ezberledim." dedi Zayn.

Gülümseyerek ona baktığında kendisini hayranlıkla izleyen prensi gördü.

"Bir Çin şiiri. Adına Sonsuz Keder demişler. Çin kralının ve hizmetkarının birbirine duyduğu sadakatli aşkı anlatıyor. Çok uzundu. Sadece son kısmını ezberleyebildim."

"Söyle hadi." dedi heyecanla. Şiirlerden çok hoşlandığı için Zayn her geldiğinde ona uzak diyarlarda yazılmış yeni bir şiir bahşediyordu.

"Haberciden bir mesajı getirmesini istedi.
Mesaj, yalnız ikisinin bileceği bir söz içeriyordu.
Kalabalıktan uzakta, Uzun Ömür Salonu'nda bir Sevgililer Günü'nde, gece yarısı etrafta kimse yokken yemin ettiler.
"Gökte yan yana uçan iki kuş,
Yerde bir ağacın sıkıca sarılmış dalları olacağız."
Günlerin sonunda dünya ve cennet bile kaybolur.
Ama ayrılığımızın sonsuz kederi her zaman sürecek."

"Mutlu olmamışlar mı? Neden hüzünlü bir şiir?"

"Sevgi ve hüzün birbirinden ayrılamaz, bu her zaman bilinir." Jocelyn'in önüne düşmüş ıslak bir saç tutamını nazikçe geriye çekerken kızın yaprak yeşili gözlerinin içindeki altın lekelerde kayboldu. "Ama ben sevinç doluyum. O kadar da kötü olmamalı."

Saçlarındaki elini kızın yumuşak yanağına indirdi. Bu temas ikisinin de kalbini yaktı. Artık üşüdüklerini hissedemediler.

"Seni sevdiğimi bilmeni istiyorum." diye devam etti prens. Bir yılı aşkın süredir hayatında yer edinen bu genç kıza karşı, duygularından hiç olmadığı kadar emindi. Onunla birlikteyken bir insan olabildiğini hissediyordu. İsmi, soyu, sorumlulukları... Onun yanındayken bunların hiçbirinin önemi yoktu.

Jocelyn'in dudaklarında hüzünlü bir tebessüm büyüdü. Şimdi şiiri anlamıştı işte. Sevginin olduğu yerde üzüntü de muhakkak vardı. Gerçekler çoğu zaman üzüntüden ibaretti çünkü.

"Bir gün beni terk etmek zorunda kalacaksın."

"Böyle bir şey olmayacak. Kral olduğumda seninle evleneceğim. Kimse kralın isteklerinin dışına çıkamaz, değil mi?"

Sıradan bir köyde doğan sıradan bir kızdı. Bir kralla evlenemeyeceğini en derinlerinde bilse de onun samimiyeti karşısında bu sözlere inanmayı seçmişti. Hüzün ve mutluluğun savaşını sevinç kazandığında gerçekleri zihninin karanlık köşelerinde bıraktı ve yüzünü kendisine yaklaştıran prensin onu öpmesine izin verdi.

•••

"Beni neden sevmiyorsunuz?" diye sordu Jonah.

Kraliçe annesinin hançer gibi saplanan mavi gözlerine çekinerek baktığında dizlerinin üzerine çöktü ve başını eğdi. Tekrar sormuştu.

"Beni neden sevmiyorsunuz?"

Kraliçe Louisa sessiz kalarak yüzünü başka bir köşeye çevirdi. Bu çocuğa bakmaya bile dayanamıyordu. Ona bakmak, o lanet kadını hatırlatıyordu sadece. Gözlerini, saç rengini, yüz hatlarını... Her şeyini o kadından almıştı.

jocelyn • zmWhere stories live. Discover now