1|↬Uyanış (Düzenlendi)

7.6K 660 301
                                    

Soğuk bir rüzgar, öten kuşların sesini bastırıyor. Sarı renkte dökülen yapraklar sonbaharın habercisi. Yalnızsın. Kafanın içindeki karmaşık cümleler sarmış dört yanını. Gözlerin, gözünün önünden geçip giden insanları göremiyor. Beynin yalnızlığının haberini getiriyor sana. Dehşete kapılıyorsun. Fark ediyorsun yalnız olduğunu. Boş bakışlarla etrafı izlemekten başka bir şey yapmıyorsun.

Sefaleti utandıran giysilerle önünden bir adam geçiyor, zenginliği kıskandıracak giysilerle bir çocuk geçiyor, mutluluğa özendirecek bir çift geçiyor. Kelimelerin içine hapsolmuş dudaklar görüyorsun. Hepsi dışardan susuyor ama oysaki içi hiç susmuyor.

Bir müzik düşüyor kulaklarına. Biraz da olsa susturuyorsun kafanın içindekileri. Yatıracağın faturalar gidiyor aklından. Eve gittiğinde ne yemek yapacağın düşüncesi yok oluyor. Yok oluyorlar, yavaşça bütün kelimeler yok oluyor kafanda. Sadece sen kalıyorsun ve bir de müzik.

Tozlu ve bakımsız görüntüsü etrafı kaplamış kahverengi komodinin üzerinde duran küçük çalar saat bana gözlerini kırparak acımasız bir ses çıkarıyordu.

Tik tak, tik tak, tik tak.

Saatler neden tik tak diye ötüyordu? Tik tak sesi beni her zaman endişelendirmişti.

"Duru hanım, lütfen bize yardımcı olun ve konuşun. O gün neler oldu?"

Sesi rahatsız ediciydi. Bir saatin tik tak sesi birçok şeyin habercisiydi. Bir düğün haberinin, bir mezuniyetin ya da bir ameliyat saatinin. En önemlisi, bir ölümün.

Ölümün sesi olsa bu tik tak olabilir miydi? Yine saçmalamaya başlamıştım.

"Bakın eğer bize ne kadar yardımcı olursanız, biz de size o derece yardım edebiliriz. Lütfen anlatın. O gün neler oldu?"

Gözlerimi, diktiğim krem parkeden kaldırdım. Görüş alanıma saçları muhtemelen uykusuzluktan dağılmış, gözleri yine uykusuzluktan kızarmış otuzlu yaşlarının ortasında görünen polis memuru girdi. Bana sürekli cevabını bilmediğim sorular soruyordu.

"O gün neler oldu?"

Sahi o gün neler olmuştu?

8 HAZİRAN 2021

Güneşin yüzünü gösterdiği ilk dakikadan itibaren ayaktaydım. Bedenim yorgundu fakat ruhum erken kalkmanın verdiği dinçliği hissediyordu. Bir doktor olarak kendime nadir vakit ayırabildiğim günlerden biri de gelmiş çatmıştı. Dağınık olan topuzumun aynada yansıyan görüntüsünü izledim. Güneş, açık renk saçlarımı daha da parlatmış, yeşile çalan ama aslında rengini hala çözemediğim gözlerimi derin bir belirginlikle ortaya çıkarmıştı. Küçük burnumun üzerinde bir parlaklık vardı. Sivilce çıkaracağımı anladığımda aynadaki yansımama yüzümü buruşturdum.

Kendimi incelemeyi bırakıp, dakikalardır bağdaş kurarak oturduğum dolabımın önünden kalktım. Öfke hem çok alışık olduğum hem de bir o kadar da sevmediğim bir duyguydu. En ufak bir şeye bile sinirleniyordum ve şu an da bulamadığım tulumumla beraber son çekmeceyi de sertçe kapattım. Sert kapanan çekmecenin kapağı bana inat edip tekrar açıldı.

Ellerimi saçlarıma geçirip dağınık olan topuzumu daha da dağıttım ve seslice homurdandım.

"Anne!"

Tulumumu bulmak için son çare olarak annemin sihirli ellerine başvuracaktım ama anneme sesimi duyurabilmem için megafonla bağırmam gerekiyordu.

"Anne!"

Öyle bir bağırmıştım ki bir sokak aşağıdaki komşumuz Ali amca bile anneme seslendiğimi duyabilirdi.

"Efendim Duru!"

KAYIP RUHLAR ZİNCİRİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin