•ೋ°11°ೋ•

150 16 24
                                    

"Bir zamanlar rüzgarın bile unuttuğu bir yer varmış. Dağlarda, beyaz karların üstüne kurulu bir krallık varmış. Sessizlermiş, hem de haddinden fazla. Kapılar yaptırmışlar. Dağın girişini kaplayacak kocaman bir kapı... Kapıya kar vurmuş, rüzgar vurmuş ve kapı da dağın bir parçası haline gelmiş. Zaman zaman açmışlar kocaman kapıyı, araya başkaları sızmış. Meraklı fareler yakalanmış tabii ki ama merakları kapıyı sonsuza kadar kapattırmış." Eline aldığı sözde efsaneler kitabını daha yeni okuyordu. Diğer iki kitabı bitirmişti ve Bayan Clara'dan daha önce okumadığı bir kitap istemişti. O da bula bula uydurma bir efsane kitabı vermişti. 'Kar' efsanesi hiç gerçekçi değildi. Kim bir dağın ortasında kalmak isterdi ki? Şimdiye kadar ölmüşlerdir diye düşündü. Kitabı kapattı ve eline en son çıkan resim kitabını aldı. Saçma şeyler okuyacağına resimlere bakmayı yeğlerdi. Ama resim kitabını da kapatma gereği duydu çünkü kendisinin resim çizmekte ne kadar kötü olduğunu hatırlatıyordu.

Özgür ruhunu bir şeyler ile doyurması gerektiğini hissediyordu Harumi. Uzun zamandır dışarı çıkmadığını fark etti. Biraz sokaklarda dolaşabilir ve rahatlayabilirdi. Fikrini sadece Akita'ya söyledi çünkü Skylor'a söylerse 'Tek başınıza dışarı çıkamazsınız, ya birşey olursa, en az on- hayır elli adam almalısınız.' Evet, sadece Akita'ya söylemekle iyi yapmıştı. Yanına birisini alsa iyi olacağını düşündü. Julia'yı da işin içine dahil etti.

Tedbirli kıyafetlerini giyinip dışarı çıktı ve gitti. Başına en fazla ne gelebilirdi ki?

(Son cümle ile başına bir şey geleceği onaylanmış oldu sjsjsj)

Öte yandan buz gibi soğuk duvarların içinde bir konuşma vardı. Mor pelerinini omzuna atmış olan genç adam yeni alacağı görevi dinlemeden önce olan olayı anlatıyor idi. Bu işler için genç olması en büyük avantajıydı. Kimse küçük bir çocuk görünümü veren  bir ajandan şüphelenmezdi. Şüphelense bile ciddiye alınmazdı.

"Gönderdiğimiz adam işini halletmiş ama Imparator'un adamlarından biri bombayı havaya attığından sadece uç kule yıkılmış. Yaralılar var, ölü yok." Raporu bu kadardı. Kendilerine en yakın adam olma unvanına sahip olsa bile bazı şeyler vardı ki o bile yapamazdı. Aklına yatmayan şeyleri sormak gibi. Bu konu da onlardan biriydi. Bu kadar şeyi neden yaptıklarını anlamıyordu. Hoş onun görevi de değildi. O sadece kendileri, buraların -bazı hadsizlerin tabiri ile diktatör- Kral'ı ve kapıyı açacak kişiden aldığı emirleri yapardı.

Kendisi ise Kral'ın tek akrabası ve yiğeni olan Nelson Julien idi. Genç yaşta eğitimini tamamlayan yıldız gibi parlak çocuklardan birisiydi. Kendilerini kapattıkları çıkışı olmayan bu dağ yerleşkesinden nefret ediyordu.

Kral, Nelson'dan metrelerce uzakta olsa da yüzüne bakmadan herşeyi anlıyordu. O yetiştirmiş idi. Kendi malını iyi tanırdı.

"Yaptığım şey amaçsız değildi. Kimseye zarar verememiş olsam bile, korkuyu yaydım. Korkunun ne kadar kuvvetli olduğunu bilmezsin, bilemezsin. Korku bir insana asla yapamam dediği şeyi yaptırır, hep yaptığı şeyi yaptıramaz. Biz sadece doğru zaman gelene kadar onların kafasını karıştırdık.

Nelson, sen benim her şeyimsin. Seni tehlikeli bir yere gözüm kapalı atmam." Konuşmaya devam ettikçe yiğeninin yanına gitti. Elini omzuna koydu, bir Kral gibi değildi ama. Bir baba gibi koydu. Bir baba şevkati ile sıktı.

"Büyük kapı kapalı olsa da küçük yerler açtığımızı bilmiyorlar. Gerçi bizi de unutmuşlardır. Neyse, sen şimdi Onileri geçip ormanın sonunda yaşayanlara gideceksin. Adlarını hatırlayamıyorum ama... Kral'ın adı Cake miydi? Öyle bir şey. Yolun açık olsun." Mor pelerinini çıkardı ve kapının yanında duran askılığa astı. Geri dönünce alırdı.

Yıllar önce açılmış olan delikler fazla büyük değildi. Atlarının üstüne atlayıp hemen gidemiyorlardı. Atları iple tutturulmuş kısa tahta parçaları üzerine otutturdu. Zor olsa da altta olan tahtayı çekerek ilerlettiler. Zor ve zahmetli ama verimi olan bir işti. (Koşu bandında ki bant mantığı, sadece bant yerine tahta.)

Yolculuk başlamıştı.

⏝  ི⋮  ྀ⏝

Kafesten yeni çıkmış serçe gibi mutluluktan nereye gideceğini bilmeyen Prenses, nedimesi Julia'ya zor anlar yaşatıyordu. Kız Prensesin arkasından bir oraya bir buraya koşuşturuyordu. Tabiri caizse uçuyor bile olabilirdi zira onun hızına anca böyle yetişebilirdi.

Değerli taşlardan yapılma mücevher olan bir mağazaya girdiler. Nedimesinin alnından dökülen ter damlaları Prenses'i üzmüştü. Kendisinin biraz burada oyalanacağını, bir yerde dinlenirse sorun yapmayacağını söyledi. Julia'nın bugün aldığı en iyi haber olabilirdi.

Mağazadan biraz uzakta olan restorana oturdu. Gözlerini hafif kapadı. Biraz dinlenmeyi hak etmişti.

"Pısstttt!"

'Bana seslenmiyorlardır.'

"Pısssttt!"

'Kime diyorsa neden bakmıyorlar?!'

"La Julia! Arkandayız seni-"

'Skylor???'

Restoranla giyim mağazasının arasında olan sokağa 4 kişi arka arkaya sıralanmıştı. Hepsini tanıyordu. Poşetleri eline alıp arabacıya verdi ve yanlarına gitti. "Skylor senin burada ne işin var? Senin buraya geldiğimizi bilmemen gerekirdi. Kim dedi?"

Akita'nın küçük öksürüğü kendisinin dediğini dille değilde mimikleri ile göstermişti.

"Hadi ama, çok endişelenmişti. Hem hiç koruma olmadan da dışarı çıkılmamalı. Kimin ne yapacağı belli değil."

"Tamam Skylor'ı anladım, Kahraman Jay'i de anladım ama neden Prens'in koruması burada?!"

"Dosyaları üstüme yıkacaktı. Hiçbir işim olmadığı halde boş boş dolaşmak yerine gelmeyi düşündüm. Asıl Jay ne ara dosyaları bitirdi? Bir yığın vardı." Kai'ın sorusuna cevap vermeden önce Akita konuşmaya başladı. "Bir molayı hak ediyor bence."

Küçük çaplı tartışmaları devam ederken kızıl saçlı şövalye bir şey fark etti. Prenses neredeydi?

"Prenses nerede?!" Julia hemen mağazaya baktı ama orada yoktu. Kahraman Jay ara sokaklardan birinde bir hareketlilik fark etti. Prenses'i kaçırmış olabilirlerdi ve bakmaktan zarar gelmezdi. Koşarak sokağa girdi. Arkasından gelen, ne yaptığını sorgulamayan dörtlü ise hemen arkasındaydı. Bir adam elinde bıçağı ile para istiyordu.

Julia arkadan geliyordu ve herkesin ulaştığı noktaya varınca yerde iki baygın koruma, üç bıçaklı adam, bir Prenses ve ne yapacağını şaşırmış bir adam görüyordu.

Bir nedime olarak ne yapması gerektiğini biliyordu. Bağırarak "Onun yerine beni alın. Zorluk çıkarmam, söz veriyorum. Yeter ki bıçakları yere bırakın." Adamlar biraz birbirine baktılar. Zorluk çıkartan biri yerine sakince kendileri ile gelecek biri daha iyiydi. Kızın boynundaki kolye ise az çok onun da değerli biri olduğunu gösteriyordu. Belki ablasıdır diye düşündüler.

Prenses'i tehdit eden adam elinde ki bıçağı yere attı. Diğer eli ile tuttuğu kızı da bıraktı ve Julia'ya yolu gösterdi. Prenses ne olduğunu idrak edemiyordu. Çok hızlı gelişmişti. Kendisinin kalp atışı haricinde bir şey duymadığına yemin edebilirdi.

"Kızı rahat bırak!" Arkasına bakmak istemiyordu. Birkaç tokat ve kılıç sesi duydu. Kaybetmiş miydi? Ihtimaller çok fazlaydı. Omzuna dokunan kol onu ters yöne çevirdi. Mor bir pelerin giyen genç ve onun arkasında duran Akita ona gülümseyerek bakıyordu.

Sarıldı. Beyaz atlı bir prens her zaman çare değildi. Bazen mor pelerinli birisi de iş görürdü.

~993 kelime

Bölüm çok boştu sanki. Içime sinmedi.

Çok erken atıyorum, biliyorum.

Yeni Ninjago kitabıma da uğrayın.

Soru?

Eğer kafamda olan senaryo ile devam edersek sonraki bölüm sırrımızı öğreniyoruz.

Nedensiz yere kitabı silesim var.

-Shue

[✓] LOSE | LlorumiWhere stories live. Discover now