66 : you're fuckin wrong

916 108 123
                                    

Birkaç gün sonra...

23:00


"Kayıt çok iyiydi. Koreografiyi çok merak ediyorum. Bir an önce başlasak... of. Giysileri de çok merak ediyorum. Şarkı çok esrarengiz bir şey. Çıldıracağım." Verena'nın sözlerini dinlerken heyecanı beni gülümsetti.

Jane uyukluyordu. Iren, "Her birimiz süper kahraman gibi giydirilecekmişiz ama olmayan süper kahramanlar, yani yeni kahramanlar olacağız. Bence Renee'nin saç rengi yine değişir." Dediğinde uyarılmış bir şekilde bakışlarımı ona çevirdim.

"Her şeyi beklerim." Diye homurdandım. "Güzel bir partım var şarkıda."

"Uzattığın kısım çok güzeldi. Vuaaaaaaa," benim taklidimi yaparken,  Verena gerçekten mutlu görünüyordu.

Birini mutlu görünce dönüp kendinize bakardınız. Aslında herhangi başka bir duygu olduğunda da aynı şeyi yapardınız... Ve genellikle hep tam tersi olurdu.

Mutlu değildim. Basbayağı. Üzgündüm. Kırgın hissediyordum. Boşluğa düşmüştüm yine. Şu an, kayıt stüdyosundan çıkmış yurda ilerlediğimiz arabada herkes beni mutlu etse de, değildim. Eğer tek bir şey yolunda değilse her şeyin aksine, asla gerçekten mutlu olamazdın. Ki Mark, bir şey değil her şey olmuştu bana son zamanlarda.

Beni o gece bir anda eve bırakacağını söyleyip tek kelime etmeden bırakmasının ve kalbimi buz gibi yapmasının üzerinden birkaç saate tam 3 gün geçecekti.

Elbette ona yalan söylememe kızmış ve şaşırmış olmalıydı ama 3 güne geçemecek bir şey miydi bu? Benim ondaki değerim bu muydu? 3 gündür sanki kanlı bıçaklı düşmanıymışım gibi buz tutuyordu yazdığı mesajlar.

Yurda geldiğimizde kızlar yemek yiyeceklerini söyleyip mutfağa gittiklerinde ben önce uyuyacağımı belirtmiştim. Ne iştahım kalmıştı ne de uykum. Mark'ı arayacaktım bu gece. Açsa da açmasa da.

Üzerimdeki eşofmanları çıkarıp pijamalarımı giydikten sonra, ayakta durursam stresten odayı turlayacağımı bildiğim için yatağın içine girip biraz gevşemeye çalıştım. Numarasına girip aramaya düşünmeden bastım. Çünkü düşünürsem bir 3 gün daha ertelemek zorunda kalırdım.

Üçüncü çalışta açışı bu totemden nefret etmemi sağladı.

"Alo."

Aptal. Ne alo'su? Karşında yabancı var sanki.

"Ne yapıyorsun?" Diye konuştum yorgunluğumu gizlemeye çalışmadan, direkt.

"Pratik. Müsait değilim."

"Ben de kayıttan yeni geldim, müsait ol ya da olma konuşmamız gerek Mark."

Cevap vermek yerine verdiği bıkmış nefesi duydum.

"Nefret ediyorsun benden." Dedim net bir tonda.

"Renee..." söylenir gibi andı ismimi.

"Mark." Deyip susturdum onu, sertçe yutkunup yutağımı acıtan sözlerini yuttum. "Sırf beni utandıran bir şey hakkında yalan söyledim diye bunu yapman haksızlık. Bunun farkında mısın?"

"Ben mi haksızlık yapıyorum?" Dedi şaşkınlığını ses tonuna tam anlamıyla enjekte ederek. Kaşlarının havalandığını görebiliyordum sanki.

"Evet. Tıpkı seni aldatmışım gibi davranıyorsun. Haerin'le senin ilişkini, saçma sapan bir haber sitesinden öğrendiğimde bile sana bu kadar soğuk davranamadım ben."

"Sen ve Haerin, sen ve Haerin. Bütün kusurum bu ve her tartışmamızda bunu sunuyorsun önüme, her seferinde Renee, her seferinde!"

Sanki benimle aynı odada bana bağırmış gibi irkilio gözlerimi sıkıca kapattım. Keşke bunu söylemeseydin sevgilim. Çünkü buradan sonrası çıkmaz sokak. Kırıklar yola dağılır ve bir daha toparlanamaz.

"Ben senin her şeyini bilmek için, sürekli seni görebilmek için kendimi her lanet gün tehlikeye atıp geldim yanına. Annenle iletişim kurdum getirdim Renee, bunu yaptım hatırlıyor musun? Bana ailen konusunda nasıl yalan söyleyebilirsin? O kadar zaman... Başka yalanlar da var mı bilmem gereken? Başlamışken hepsini bir anda öğrenmek isterim."

"Siktir Mark, yaptığım tek şey orospu çocuğu babamın beni daha doğarken terk etmesi. Bunun acısıyla yüz yüze gelmem yetmiyormuş gibi bir de sen yüzüme vuruyorsun."

Sustu. Anlayabilir miydi beni? Mutlu bir ailede yetiştiğini bildiğim, aile sıcaklığını bilen çocuk; aile diye bir şeye inananamayan beni anlayabilir miydi sahiden? Anladığı için mi susmuştu yoksa söyleyecek sözü yok muydu?

Elimin tersiyle gözlerimi sildikten sonra yutkunup durdum. "Ama senin tek istediğin bu değil mi?" Diye mırıldandım. "Sen bir sürü hata yapabilirsin ama Renee sana daima sadakatle bağlı kalmak zorunda. Her hatanda kollarını açıp seni beklemek zorunda... Kalbimi ne kadar kırarsan kır, seni her seferinde kabul edeceğimi mi sanıyorsun? Yanılıyorsun Mark." Bu defa yutkunurken boğazıma bir ağrı saplandı. "O dövmeleri yaptığında beni gerçekten unutmak istemediğini sandım. Sonra gittin aptalca bir oyun oynadığını sakladın Haerin'le birlikte. Geldin affettim. Salağım ben çünkü. Çocukluk fotoğrafımı getirdin yıllardır seni tanıyorum dedin. Sana tek bir yalan söyledim diye buz dağına dönüştün bir dakikada. Tek bir yalan ya, başından beri yaptığım tek hata. Bundan sonra, burdan sonra seni affedeceğimi mi sanıyorsun?"

Cevap yok.

Ama dinlediğini duyuyorum işte, sessiz. Ne düşündüğü hakkında zerre fikre sahip değilim.
"Yanılıyorsun Mark." Telefonu kulağımdan çekip kapattım ve kucağıma koydum.

Bitti mi? Bitmek...böyle bir şey mi?

Ağlayacağımı sandım, onu aramadan önce bile ağlarım sandım ama belirsizlik yerini netliğe bırakınca rahatlamıştım.

Bitti işte. Pişman mısın? Pişman mısın kalbini parçalayana gerekeni söylediğin için. Olma.

Midemde bir bulantı vardı yalnızca. Boşluktan mı bilmem bir de başım dönüyor gibiydi. Şimdi çeksem yorganı kafama, uyusam; geçer mi sabaha? Geçmez değil mi? Biliyorum. Yarın olmasa ya da... Başka bir dünya var olsa, geçmesi için ne yapmam gerek?

Geçmez, sadece alışırsın acıya dediklerini ve hep öyle düşündüğümü de biliyordum.

Bu boktan hayata da böyle bir ilişki yakışırdı sanırım.

"Leydi Harbin Hanfendi..." kapı bir anda açılınca Verena'yı gördüm. Tepesinden küçük bir topuz yapmış sarhoş gibi içeri dalmıştı. Yüz ifademi görünce kaşları çatıldı, kapıyı arkasından kapatıp bana doğru yaklaştı. "Ne oldu be?" Diye sorunca gözlerim yanmaya başladı.

Gözlerimi kırpmadan onun renkli gözlerine bakmaya devam ettiğimde temkinli bir şekilde oturdu karşıma, yatağımın kenarına. "Sorun ne Renee?" Daha ciddi bir tonlamayla sormuştu.

Derin bir nefes alayım derken bir taşa takılıp düştüm sanki. Bu boşluk öldürecek beni, bu hayat...

"Bu çocuk beni mahveder dedim... Verena... Sonra gittim kollarında uyudum. Bile bile." Gözlerimi sıkıca kapattığımda omuzlarım sarsıldı. Sırtıma yaslanmaya devam ederken, ellerimle kapattım suratımı.

"Siktir ya..."

Hıçkıramadım. Nefes alamadan bir süre sadece ağladığımın bilincinde donup kaldım. Parçalanıyor muydum yoksa? Kalbine birini al ve seni öldürüşünü izle olayı mıydı bu? Her ne boksa beni öldürüyordu.

"Yarın şirkete gidiyoruz. Biliyor musun Renee? Eğelenmiş bıçak koleksiyonum var, görmen lazım."

Küçük bir hıçkırık kaçtı dudaklarımın arasından nefes aldığım için sonunda. Eğilip alnımı dizlerime yasladığımda Verena saçlarımı okşamaya başladı. "Tamam konuşma, ağla bu defa da. Ağla, güzelim. Hep konuşacak mıyız biraz susalım. Nasıl olsa birini konuşturacağım ben."








Idol Of Idol Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin