Yaralar

709 87 53
                                    

Rüzgâr, sert bir şekilde saçlarımın arasından süzülüp giderken her bir darbesini ruhumun en derininde hissedebiliyordum. Motosikletin arkasında onunla bir yere varamamayı göze almışçasına sıkı sıkı sarılıyordum sonuma... Ya da başlangıcıma. Başlangıç noktası aynı zamanda bitişiydi sanki. Ona bakınca iki çizgi görüyordum. Birbirine çok uzak mesafelerde olması gereken başlangıç ve bitiş çizgisi, Bay A'nın hayatında birbirine girmiş, arapsaçına dönmüştü. Onunla tüm bu düğümleri çözebilecek miydim?

Bir tehlikeden kaçarken başka bir ölüm makinesine binmiştik. O akılsızdı ben ise ondan akılsız. Aklımı onu bulduğum gün kaybetmiştim sanki. Üzerimize çiseleyen yağmur git gide daha çok hızlandığında duyması için bağırarak konuştum. "O adamlar öldürmese hastalıktan ölürüz zaten bu gece."

Güzel sesi melodik bir kahkahayla kulağıma iliştiğinde gülümsedim. "Sence bu akıllıca bir plan mı Bay A?"

"Bunu benim gibi bir deliye mi soruyorsun?" Duymam için bağırarak konuşurken aynı zamanda gülüyordu. "Senin gibi delinin tekiyim," diye bağırdığımda daha da hızlı sürmeye başladı. İki deli, bağıra bağıra şarkılar söyleyerek rüzgâra savaş açmıştık.

"Sıkı tutun Yıldız Tozu! Uçup gitme sakın benden!"

Bağırışlarına kahkahalar atarak güldükten birkaç dakika sonra üzerimize yağan damlalarla uyumlu olarak sakinleştim ve kollarımı ona daha sıkı sardıktan sonra yüzümü sırtına yaslayarak gözlerimi kapattım. Bu hızla giderken güvende hissetmek imkansızdı ve kafamdaki bu imkansızlığa rağmen güvende hissediyordum. Bir süre sonra çıkmaz bir sokağa girip durduğunda ona sıkıca sardığım kollarımı gevşettim fakat o aniden bileklerimden kavrayarak ellerimi kendine çekti ve karnında birleştirdi. "Böyle kal, yola devam edeceğiz."

İçimden 'palavra' diyip sinsice güldükten sonra cevap verdim. "Sürprizlerle ve bahanelerle dolusun Bay A."

Yüzünü göremesem dahi aklıma kazınan alaycı gülüşünü hissedebiliyordum. "Bahaneye ihtiyacım yok."

Aslında tam da bu noktada bir sürü bahanesi vardı. O farkında değildi ama istediği bir şeyi yaptıktan sonra başka sebepler sunarak kendi kendinin ardına saklanıyordu. Bay A, cesur gibi görünen çok büyük bir korkaktı. Ben ise; korkaklıkla suçladığı gözü de en az bahtı kadar kara kadındım.

Durduğumuz süre zarfında o telefonla konuşurken yüzümü gömdüğüm sırtından kaldırmadım. Bunu yapmadan önce kaskı çıkarmıştım. Montu yağmurla beraber ıslanmıştı ama yüzümün ıslanmasını da umursamıyordum, dinlenebileceğim bir yere ihtiyacım vardı. Telefonu kapatır kapatmaz kafasını hafifçe arkaya çevirip göz ucuyla bana baktı ve belli belirsiz bir gülüş attı. "Birileri şimdiden çok yorulmuş."

"Birileri sizin kadar hareketli değil Bay A. Bu saatler benim tabutumu kapatıp uyuduğum saatler."

"Kendimi yüz bin yıllık mumyanın kapağını açmış gibi hissediyorum."

Dediği şeye karşılık başımı kaldırıp kaşlarımı çattım ama bunun keyifli bir kahkahaya dönüşmesi birkaç saniye sürdü. Gülmeye devam ederken cevap verdim. "Bu hikâyedeki mumya ben oluyorum sanırım."

"Şöyle düşünelim," diye lafa girerken dudakları ona has, çekici bir ifadeyle yana doğru kıvrıldı. "Öldükten sonra..." Dediğinde tek kaşımı kaldırarak düzelttim onu. "Yıldızım gökyüzünden kaydıktan sonra..."

Kahkaha attı. "Evet öyle. Yıldızın gökyüzünden kaydıktan sonra mumyalanması gereken bir güzelliğin var desem az önce attığın 'kafanı kırmak istiyorum' bakışından atmazdın sanırım."

Bunu söylerken harelerini direkt olarak gözlerimin içine odaklamıyor olsaydı etkilenmiyormuş gibi davranabilirdim ama başaramadım. Bay A karşısında duygularımı dizginlemek pek mümkün olmuyordu. "Yağmurun altında ıslanmaya daha ne kadar devam edeceğiz?" dedim konuyu dağıtmaya çalışarak.

Yıldız Kayarken Dilek TutulmazWhere stories live. Discover now