chapter 2

127 21 0
                                    


Cevabını alamadığı soruların, yargılayıcı bakışların ve ne yapsa da asla onaylanmamasının onu sırtından bıçakladığını hissedebiliyordu, ama tüm bu hissettiklerine rağmen eğer direnmesi en eski anılarını ve en tatlı rüyalarını dolduran bu kişinin kollarının yakınında olabileceği anlamına geliyorsa, bunu yapabilirdi. Tüm hissettikleri onun için önemsiz hale gelebilirdi.

"Seni burada göreceğimi düşünmemiştim." diye konuşmaya girdi hafif bir sırıtışla, siyah dantel uçlu bahçe şemsiyesinin altında oturan adama bakarken. Bahçe düzenlemesi hakkında Doyoung yorum yapma hakkına sahip olasaydı eğer, bu derece korkunç bir şemsiye modeli seçmeyeceğine emindi ama ne yazık ki tüm düzenleme işlemi Julie'nin hakimiyeti altındaydı.

Siyah dantellerin oluşturduğu karanlık gölgelerin arasından adamı süzüyordu. Simsiyah saçları belirgin tarak çizgileriyle geriye doğru sabitlenmişti, yine de birkaç inatçı tutam alnına düşmüştü. Koyu lacivert kotun paça kısımları bir çift siyah spor ayakkabıyı ortaya çıkarmak adına bilinçli bir şekilde yukarıya doğru katlanmıştı. Onun adı Jung Jaehyun'du: alt sınıftan görelen bir pislik ve yalnızca berbat geçmişiyle etiketlenmiş bir baş belası olarak biliniyordu. Ancak, bunun ötesinde o Doyoung'un her şeyiydi.

Adam elindeki ince uzun bardağın içindeki sıvıyı küçük bir girdaba çevirecek şekilde hafifçe salladıktan sonra, "Sadece alkol için geldim."diye mırıldandı.  "Zengin kaltakların alkolünün tadı her zaman daha iyi oluyor."

Sanki söylediği şeyi kanıtlamak istercesine tek seferde kadehdeki tüm viskiyi içmişti. Doyoung'un tek odaklanabildiği ise onun ağır aksesuarlı parmaklarıydı. Gümüş yüzükler parlak bir şekilde yansıyarak görüşünde anlık olarak karanlık noktalar oluşmasına neden oluyordu.

"Oturmamın bir sakıncası var mı?" diye sordu bir kere daha sırıtarak. Her ne kadar umursamaz davranmaya çalışsa dahi eğer oturmazsa içten içe her an yere yıkılabileceğinden korkuyordu. Gözleri dünyanın geri kalanının kaosunun bulanıklığına hapsolmuşken, düşünceleri sadece ikisinin olduğu yerde bir fırtına esmesine sebep oluyordu.

"Senin sandalyen zaten." genç olan omuz silkerek söylenmişti, ardından hafifçe yana kaymıştı. Bahçeden geçerek içeri girmekte olan bir garsona içecek tepsisiyle gelmesini işaret etti. Garsonun elindeki tepsiden iki yeni kadeh alırken ona kısa bir selam verdi. Jaehyun, kaşlarını kaldırarak sol elindeki kadehi Doyoung'a uzattı. "Şuanki durum hakkında ne yorum yapmalıyım?"

"Deri ceket giymek için fazla sıcak değil mi?" diye devam etti Doyoung. Bu tür sorular, onlara statü farklılıklarını acı bir şekilde hatırlatan sorulardı, yıllar içinde birbirlerinden uzaklaşmalarına neden olan en büyük etkendi bu.

"Siktir git, moda bu."

Jaehyun kabaca yakasını çekiştirmişti, sanki ikisi arasındaki duvara bir kat daha örüyormuş gibi çekiştiriyordu. Öylece sessizce oturuyorlardı sadece. Çevreleri ise heyecanla gevezelik ediyordu. Her şey, öylesine açılmış bir araba radyosunun hafif gürültüsüne benziyordu. O sırada üstlerinden bir uçak geçiyordu, kabarık bulutları ikiye parçalayarak.

İkiliden genç olanı derin bir iç çekerek yeni aldığı içkisinden bir yudum aldı.  Aldığı yudumla zaten asık suratındaki  kaşlarını da çatmıştı, keskin ve sert duran gözleri daha da korkutucu görünüyordu şimdi.

"Onu sevmiyorsun." dedi büyük olanın tarafına bakmadan.

"Ailem seviyor." diye yanıtladı Doyoung, bakışları ile bahçeyi hafifçe süzerken. Biraz ilerideki kızın beyaz yakalı elbisesiyle dans etmesini izliyordu. En üstteki iki düğmesi açıktı, inci bir kolye köprücük kemiklerine düzgünce oturmuştu. Bacakları diz boyu eteğinin altından mutlu bir şekilde dans ediyordu. Çok mütevazı, sade, uygun ve görülmeye değer bir manzaraydı.

Julie'ye bakan Doyoung, onun gerçekten de başlıbaşına bir güzellik olduğunu kabul ediyordu ama bunun dışında hissiz bir hışırtıdan başka bir şey gibi gelmiyordu. Genç kızların dergi kapaklarındaki modellere hayran olduğu gibi Doyoung'ta ona hayrandı. Yeryüzündeki bir melek kadar güzel kişilikli, tatlı dilli ve nazikti. Sözlerinde dikkatliydi, ancak ne söyleyecekse de inandırıcı bir güçle belagatli bir şekilde söylerdi.  Asla yerinde olmayan bir şey yapmazdı ve dünyaya her zaman en iyi versiyonunu sunardı.  Toplumun genç hanımlardan beklediği gibi mükemmel bir şekilde kalıba dökülmüştü ve bu yüzden herkes tarafından kabul görüyordu, oysa Doyoung sürekli sert azarlamalara maruz kalmaya ve aşağılayıcı bakışlarla olduğu yere çakılıp kalmaya mahkumdu.

Yeterince utanç verici bir şekilde, onun yerinde olmayı dilediği anlar bir çok kere olmuştu.

"Ailen onun mali durumunu seviyor." diye devam etti Jaehyun. Viskinin ağzında bıraktığı acı tat şimdi de sözlerinin üzerinde iz bırakıyordu.

"Ve onun aileside benim mali durumumu seviyor." diye mırıldandı ağzını bardağına yaklaştırırken Doyoung. Omuzlarını taşıyacak gücü kalmamıştı, bu yüzden dirseklerini, kederli değil de daha erkeksi görünmek için bacaklarına dayamıştı. "İş iştir sonuçta. Para başarının marşıdır."

Rahatsızlığının giderek arttığını hisseden Jaehyun "Bize bakıyorlar." diye belirtti. Onlar, misafirler hem de aile üyeleri, sanki Jaehyun'un çizgiyi aşmasını izlemek için yerleştirilmiş güvenlik kameraları gibi davranıyorlardı. Onu kafalarındaki asılsız suçlamaların lekeleriyle ve yoksulluğun kokusuyla mühürlemişlerdi. Her an onu kovmak için sağlam bir bahane bekliyorlardı.

"Bir çocukluk arkadaşımla konuşmamda bir sakınca olmadığını kabullenmeliler."

Kulağa tuhaf bir şekilde gergin geliyordu, Doyoung'un Jaehyun'a çocukluk arkadaşı diye hitap etmesi. Sanki ağzından zorla çıkmış gibiydi, ona hitap etmeyi çok daha isteyecegi farklı bir isim olduğu aşikardı. Jaehyun güçlükle yutkundu, gözbebekleri sağa sola hareket etti. Oturduğu sandalyede kıpırdandı. Jaehyun'un aniden hareketlenişi, Doyoung'un onun bu derece gerilmesine ve ruh halinde neyin değiştiğini merak etmesine neden olmuştu. Aniden genç yerinden fırladı.

"Nişanını tebrik ederim." dedi yüzünü buruşturarak. Kutlama amaçlı elini uzatmıştı ama bedeni çoktan bir kaçış hazırlığına girmiş gibi duruyordu.

Biraz gecikmeyle Doyoung gözlerini kırpıştırdı ve ona şaşkınlıkla baktı. Genç olan elini cebine sokup, hıçkırarak yakasını tekrar düzeltti. Dönerek ileri doğru ilerledi, havuzu geçti, bahçe aşmıştı ve sonunda gözden kaybolmuştu. Bu sırada Doyoung'un tek yapabildiği ise onun gidişini izlemek ve acınası bir şekilde "Jaehyun, bekle!" diye bağırmaktı. Sanki çocuğun solmuş ve kaybolmuş silüetini kavramaya çalışıyormuş gibi kollarını uzatmıştı.  Az önce her şeyinin oturduğu yanındaki yeri sakin bir yaz akşamının ılık havası doldurmuştu. Yetersizliği yüzünden kendisine bir milyon küfür savuruyordu içinden. Korkak doğasına yönelik hayal kırıklıkları ile doluydu düşünceleri, ona neden bir süre daha tutunamadığına dair umutsuz sorular vardı aklının her yanında.

lover in the graveyard + dojaeWhere stories live. Discover now