chapter 5

86 20 0
                                    


      Her zamanki gibi zihninde yanıp sönen sinyaller vardı, içsel bir haysiyet ve bencillik savaşının sinyalleri... Jaehyun, Doyoung'u bir arkadaştan daha fazlası olarak istiyordu ama o nişanlıydı. Yaptıkları, yaptığı her şeyin yanlış olduğunu biliyordu. O, onların dünyasına bir yabancıydı.
Doyoung ne yapsa kendisini bulutlara çıkmış gibi hissetmesine sebep oluyordu, Doyoung onu tahrik etmeye çalışmasa bile kendisini onunlayken kaybediyordu. Doyoung onu varlığıyla bile terleten adamdı, ne yaparsa yapsın aklında yer eden adamdı, herhangi bir kızdan daha çok sevebileceğine dair yemin edebileceği adamdı. Bu yüzden böyle kaçmaları daha da uygunsuz bir hal alıyordu.

Jaehyun, Doyoung ile birlikte olabilecekleri ve istedikleri hayatı oluşturabilecekleri kabarcıklı, gizli bir rüyada yaşıyordu. Cinsiyet rolleri olmadan tatlı, iyi huylu bir yaşam istiyordu; tek zorunluluğun birbirlerini önemsemelerinin olduğu bir yaşam. Sağduyusunun sesi de oldukça yüksekti, ancak umutsuz romantik doğası, gizli arzusunun zorla sona ermesinden önce, sadece birkaç dakika daha tadını çıkarabileceği düşüncesiyle sağduyusunun sessiz bir uykuya dalmasına sebep oluyordu.

Başını arabanın kendi tarafındaki penceresine yasladı, kollarını da koltukların yanındaki yerlere düzgünce yerleştirdi. Binalar bulanıklaşarak sarı parlak güneşin öptüğü tarlalara karşıyordu. Kasaba giderek daha açık manzaraların içinde geride kalmıştı. Kalbindeki gerçek olmasını istediği rüyalara en yakın olduğu yerdeydi. Anlamsız umudun tatlı kokusu, Dünya'ya geri dönmeden önce acısını bastırmasına, kendini aldatmasına yardımcı oluyordu.

Araba durma noktasına gelmişti. Her ikisi de tembelce kapılarını açmıştı, sanki kasabadan uzaklaşmak zaman algılarını yavaşlatmıştı ve dinlenebilecekleri bir sonsuzluk havuzuna dalmışlar gibi hissetmelerine sebep olmuştu. Genç olan, sıcak yaz gecesini içine çekerek bir nefes vermişti.

Temmuz ortasıydı, sezonun en sıcak zamanıydı. Çorak tarlalarda çocuksu sevinç çığlıklarıyla koşarak, cansız arazilerde yaşam patlamaları oluşturdukları günleri durgun sıcak temmuz havasına bakarken anımsayabiliyordu. Kendi kendine buruk bir şekilde gülümsedi.

"Tanrı'nın bizimle piyon gibi oynadığını düşünüyorsun musun hiç?" Jaehyun, başını elma ağacının sert kabuğuna yaslayarak alçak sesle sormuştu. Gölün suyu gökyüzünden düşen ışınlarla bembeyaz parlıyordu. "Bizi kasıtlı olarak felakete sürüklediğini düşünüyorsun musun?" diye yineledi sorusunu.

"Bunun Tanrı'nın işi olduğuna inanmıyorum." diye yanıtladı Doyoung, başını genç olanın kucağına koyarak. Nostaljiyle parlayan gözleriyle bakıyordu. "Belki de bizi bir araya getiren O'dur, ancak içinde yaşadığımız dünya bunu olabileceğinden daha da zorlaştırıyor."

Jaehyun, hafifçe gülümseyerek, Doyoung'un açık kahve saçlarının alnına düşen tutamlarıyla düşüncesizce oynuyordu. Çevrelerine koruyucu bir örtü gibi yerleştirdikleri dinginliğin altında melankolik detaylar vardı. Her iki adam da, dikkatsiz kaçamaklarının er ya da geç sona ereceğinin gayet iyi farkındaydılar. Doyoung koluyla gözlerini kapatmış, yaprakların arasından sinsice sızan güneş ışığının kör edici vuruşlarından korunmaya çalışıyordu.

Jaehyun'un kasıtlı bir hareketle, yattığı yerden kalkmasını istediğini hissetti. Kolunu aniden kaldırınca ilk başta gözlerine gelen güneş ışığıyla gözlerinde hafif bir acı hissetti, ancak kısa bir süre sonra bu acının yerini tilki gibi bir bakış aldı. Ortamdaki hava ne kadar hızlı değişse de, Doyoung oldukça yavaş hareket etmeye çalışıyordu.. Hiçbir kelime alışverişi yapmıyorlardı, sadece sert ve anlamlı bir şekilde gözlerini birbirlerine kenetlemişlerdi. Doyoung, dikkatli ama bir o kadar da dikkatsizce bir şekilde boştaki eliyle çocuğun keskin çenesini kavramıştı.

Jaehyun şimdi ise Doyoung'un dudaklarına bakıyordu. Şuan yaşadığı tanıdık olaylar dizisi, her defasındaki gibi göğsünün güçlü bir gümbürtüyle kulaklarını ise keskin bir uğultuysa dolmasına neden olmuştu.
Dudaklarını hafifçe araladığında ise ayak parmaklarından kafasına, parmak uçlarından karnına kadar yayılan bir sıcaklık hissetmişti. Her santimetresi alev alev yanıyordu. Jaehyun'un daha öncede dediği gibi, aşağılık zenginlerin kaliteli viskisinin tadını alabiliyordu. Bu tat kulağındaki uğultuların daha yüksek bir frekansa çıkmasına neden olmuştu.

Meyve dolu elma ağacının kabuğu, parmakları o yumuşak, açık kahve saç tellerinde düğümler oluştururken sırtına batıyordu.

"Artık bunu yapmamalıyız..." dedi genç, dudaklarını ayırmaya çalışırken, ancak Doyoung'un tekrar onun dudaklarını talep etmesiyle bu direnişi nafile çıkmıştı. "Nişanlısın." diye ikinci bir çıkış yapmıştı az sonra Jaehyun.

"Bir yabancıyla.." diye fısıldadı bu defa Doyoung. Ardından kendisini hafif uzaklaştırarak konuştu, "Jaehyun, bunu kendin bile söyledin. Onu sevmiyorum. Sevdiğim kişi sensin. Bütün bunlar, yaptığım her şey, senin için. Sana daha kaç kez söylemem gerekiyor?"

"Yine de doğru değil Doyoung." dedi genç olan. "İyilikten çok zarar veriyoruz birbirimize."

"Bu kaçış oyunlarını oynamaktan bıktım." Doyoung ellerini yumruk haline getirmiş kendisine destek olamaya çalışıyordu. Kasaba onların acılarıyla boyanmış gibi, mavi bir karanlıkla kaplanmıştı artık. "Seninle olmak istiyorum. Neden saklanmak zorunda olan bizleriz."

"Sen... beni gerçekten seviyor musun?" Jaehyun kekelemişti. Dudaklarını birbirine sıkıca bastırmıştı, gözlerini kırparak gözyaşı kanallarına baskı yapmak istemiyordu. "Doyoung... lütfen... biz birbirimizin için söylemekten utandığımız sırlardan ibaretiz. Tanrım, bu yanlış! Bu çok yanlış. Diri diri yakılacağız, Cehennem çukurlarında yanacağız!"

Doyoung, titreyen bir sesle sonunda konuşmuştu, "Tanrı'ya inanmıyorum ama Cennete inanıyorum. Cennetin burada, seninle olduğuna inanıyorum. Eğer yaptığımız bu kadar yanlışsa, o zaman Tanrı bize bu duyguları neden verdi? Bizi bu duygularla neden kutsadı?"

Saatler önce her yeri aydınlatan güneş ufukta koyu pembe bir menekşe ile karışmış turuncu renkli bir çizgi haline gelmişti. Zaman ve yer kavramları tamamen kaybolmuştu her ikisi içinde. Jaehyun'un o an tek arzuladığı zamanda yolculuk teorisinin doğru olması ve istediği zaman geri dönme ihtimalinin olmasıydı. Belkide hayatı boyunca zincirlerini çözmeyecekti ve sonsuza dek kendisine vaat ettiği o rüyası yaşama kavuşamayacaktı.

Gerçeği söylemek gerekirse, bunu yapamayacak kadar zayıf olduğu en başından biliyordu. Belki de ölümsüz olsaydı, onlar dışında herkes yüzünden gömdükleri mutluluklarını ve paylaşılan derin duygusal anlarını unutmayı seçebilirdi.

Onlara göre, Doyoung'un dediği gibi, Cennet Dünya üzerinde bir yerdi. Cennet iki kişi için inşa edilmiş bir Dünyaydı, çünkü sadece yalnız olsalardı, kendi doyumlarına kadar yaşamakta özgür olabileceklerdi. Sadece yalnız olsalardı, kendilerini tamamen verebilirlerdi birbirlerine. Her şeyi geride bırakıp paylaşılan tüm bu anlara tutunabilir miydi? Işıkları söndürüp ikisinin ortak sırlarına bir memnuniyetle bakıp teşekkür edebilir miydi?

Sonsuza kadar sadece anılarıyla yaşamak zorunda kalsaydı, tüm bunlar gerçekten olsaydı bu tam bir azap olurdu.

Her şeyi bırakması demek hayatının sona ermesi demekti zaten.

lover in the graveyard + dojaeWhere stories live. Discover now