10. BÖLÜM ÖLÜ

327 258 15
                                    

Hepinize merhabalar canlarım. Söz verdiğim gibi yeni bölümle sizlerleyim...
Lütfen yıldıza basmayı unutmayın... ❣❣

🐚🐚🐚

Ayris'in Anlatımıyla….

Doğduğumdan beri ne kalbimdeki sızı, ne bedenimdeki acı ne de ruhumdaki yara geçti. Sanki ben bu dünyaya yara almak için, acı çekmek için gelmiştim. Ölümün nasıl olurdu, kimin elinden olurdu bilmiyordum. Ben geleceğimin nasıl olacağını hatta bir geleceğim bile olup olmayacağını bilmiyordum. Sanki ölüm hep peşimdeydi benim, hep yanıbaşımdaydı. Ve bırakmayacaktı da beni; nereye gitsem hep ardımda olacak, bir gölge gibi beni izleyecek ama o gölgeden de yakın olacaktı… 

Şimdi neredeyim, ne haldeyim, yaşıyor muyum bilmiyorum. En son hatırladığım bir ağaç kovuğuna yaslanışım ve bileğimin acısından başka bir şey hissetmeyişimdi. Gözlerimi açmaya mecalim yokken ormanın ıssızlığına rağmen ben tek bir koku almıştım o zaman. Ne kadar kendimde olmasam da tanımıştım o kokuyu, unutamazdım da zaten. İnsan canını yakan birinin kokusunu unutur muydu hiç? Onun bakışını, sesini, sıcaklığını… Unutmazdı, unutamazdı ki… 

Gözlerim hala kapalıyken burnuma gelen ağır kokuyla ve duyduğum makine sesleriyle nerede olduğumu kestirebiliyordum. Hastanede olmalıydım yoksa şu an nefes alıyor olamazdım. Kendimi zorlayarak gözlerimi açtığımda tahminimde yanılmadığımı anlamıştım. Bir hastane odasındaydım, vücuduma bağlanmış kablolarla, kollarımdaki serumla ayakta durduğumu da biliyordum. Bileğimi hala hissetmiyor oluşum beni biraz kokutsa da aklımda daha önemli bir konu vardı. Günlerdir haberimi alamamış, beni bulması için ona zor da olsa konumumu attığım ama beklememek rağmen gelmeyen Deniz ve diğerleri… Onlar şimdi neredeydi, ne haldeydi bilmiyordum ama bir an önce onlarla konuşmalıydım. Başımdan geçen her şeyi, gördüğüm her şeyi onlara anlatmalıydım. Artık bu işe bir son vermemiz gerekiyordu. Bu savaş bizi bir sarmaşık gibi dolamadan bir an önce bitmesi gerekiyordu. 

Ben tüm bunları düşünürken odanın kapısının açılmasıyla başımı ağır ağır o tarafa çevirdim. Gelen bir hemşireydi ve elinde bir tepsi vardı. Anladığım bir şey değildi yapacakları ama ondan isteyeceğim çok kolay bir şeydi. 

"Geçmiş olsun Ayris Hanım." Hemşire sevecen bir tavırla bana doğru geldiğinde elimden geldiğince gülümsedim ve ona soran gözlerle baktım. "Nasıl hissediyorsunuz? "

"Bileğimdeki acı dışında iyiyim. " dediğimde ayağıma baktı. 

"Ne kadar çok mu acıyor? " Sorusu beni işkillendirse de sakin olmaya çalıştım. 

"Biraz. " Hemşire kaşları çatılı bir halde bir bana bir ayağıma baktığında cebindeki telefonunu çıkarıp bir şeyler yaptıktan sonra tekrar yerine koydu. Bana döndüğünde doğruca gözlerine bakmıştım. Bir şeyler ters gidiyordu hissediyordum… "Arkadaşlarım nerede? "

Bir anda değiştirdiğim konuya hala kaşları çatılı bir şekilde bakarken çok sessizdi. Soruma cevap vermek yerine bir süre öylece duyduğunda kapıdan beyaz önlüklü kırklı yaşlarının sonuna gelmiş bir doktor girdi. Bana gülümseyerek baktığında ona da gülümsedim. Her ne kadar gülümsenecek bir şey olmasa da gülümsedim. 

"Sorunumuz ne Meral? " Adının Meral olduğunu öğrendiğim hemşire önce bana sonra da doktora baktığında konuşmaya başladı. 

"Hocam, Ayris Hanım bileğinin acıdığını söylüyor. " Doktor bana doğru döndüğünde nefesimi tutmuş ona bakıyorsun. Tasdik edercesine gözlerimi kırptığımda başını salladı. Bir terslik olduğunun o da farkındaydı. Hemşirenin getirdiği tepsiden eldiven alıp hızlıca eline geçirdiğinde ayağıma baktı dikkatlice. Eliyle bastırdığını biliyordum ama ne gariptir ki bir anda çok acımıştı canım. 

SİYAH MEZARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin