Bölüm 16 Ateş Krallığı

1.5K 148 19
                                    

Üzerimde gezen ılık rüzgarla irkildim, dişlerimin hatta bütün bedenimin titrediğini hissediyorum. Dudaklarım arasından çıkan fısıltı da ne diyorum ben bile bilmiyordum.
"Tamam, geldim. Buradayım." Kulağımdaki sıcak nefesin kime ait olduğunu yavaş yavaş idrak ediyordum. "Aybar?" Birden öksürmeye başladığımda kucağındaki bedenimi sakince yere yatırdı, gözlerim yavaşça aralandığında ilk defa gözlerinde endişe görmüştüm. Ardından yavaşça gülümsedi. "İyisin değil mi?" Başımla onaylayıp zorlanarak doğruldum, elimi tutarak bana destek oldu. "Diğerleri bizi aramaya başlamıştır, Üs'den fazlasıyla uzaktayız." Başımla yavaşça onayladığında yürümeye takatim yoktu. Bunu anlayan Aybar hızlıca kolunu bacaklarımın altından geçirip diğer elini belime yerleştirerek beni kaldırdı, başımı göğsüne koyup gözlerimi sıkıca kapattım, üşüyordum, fazlasıyla, resmen tirtir titriyordum.
"Bir an önce bir yere sığınmamız gerekiyor, ikimiz de fazlasıyla ıslağız. Ayrıca titriyorsun." Beni daha sıkı kavrarken gözlerim arada bulanıklaşıyordu, şu anki dileğim bir an önce bizi bulup sıcak bir yere götürmeleriydi. "Viata şurada kulübe var, oraya girelim." Hiç bişey demedim, ahşap gıcırtıyla kulübeye girdiğimizi anlamıştım. Kapı açıldığında hızla içeri girdik, beni koltuğa yatırdığında soluklanmak için ellerini beline götürüp biraz bekledi, ardından odada göz gezdirdi, şöminenin önüne ilerleyip kibritle yavaş yavaş kağıtları tutuşturdu, ardından odunlar yanmaya başladı. Yaklaşık on dakika boyunca şömineyi yakmakla uğraştı, bende usulca onu izliyordum, beni kurtardığı için ona o kadar minnettardım ki, lakin teşekkür etmeye gücüm yoktu. Bana döndüğünde gözleri bedenimde dolaştı, "Fazlasıyla ıslaksın, üzerindekileri çıkaralım yorgana sıkıca sarıl uyu. Sen kendine gelene kadar kıyafetlerin kurur zaten." Başımla onayladığımda nasıl yapacağımı bilmiyordum, hareket edemiyordum, uzun süre suda kalmıştım ve titremekten hareket bile edemiyordum. Derin nefes alıp önüme çöktü, "Üzerini çıkaracağım, sana bakmadığıma emin olabilirsin." Gözlerini sıkıca yumdu, ardından elleri karnımı buldu, yavaşça tişörtümü yukarı kaldırdı, üzerimden hızlıca çıkarıp yanına koydu, ardından pantolonumu dikkatle çıkardı, tenime asla temas etmiyor, gözlerini aralamıyordu, sıkıca yorgana sarıp gözlerini açtığında gülümsedi, "Bu kadar." Eşyalarımı şöminenin önüne astı, burası ahşap tek odalı bir kulübeydi. İçeride geniş bir koltuk, değişik bir sandık, şömine ve ufak ahşap mutfak tezgahı vardı. Tahminimce burası bekçiler içindi, Aybar dolapta bulduğu ilacın üzerini incelerken elindeki bardakla önümde durdu. "Bu ilacı içirelim sana, belki biraz toparlarsın." Hapı dudaklarım arasına yerleştirip suyu içirdi. Ardından üzerimi daha sıkı örttü. Gözlerim yavaş yavaş kapanırken kendini sıcacık bir uykuya teslim ettim.
****
Gözlerimi araladığımda hala o evde olduğumuzu fark ettim, yavaşça kalktığımda üzerimdeki kıyafetlerimle gözlerim dehşetle açıldı, beni Aybar mi giydirmişti? Hemen ayak ucumda uyuyan Aybar'a baktığımda rahatsızca kıpırdanıp gözlerini araladı. Benimle kesişen gözleriyle ayağa kalktı, "İyi görünüyorsun." Başımla onaylayıp ayağa kalktım, en azından kendimi dinlenmiş hissediyordum. "Beni sen mi giydirdin?" Başıyla onayladı, amacı beni rahatsız etmek değildi, bundan korkuyor gibiydi. "Merak etme, gözlerimi yine sıkıca kapattım. Emin olabilirsin." Yavaşça tebessüm ettim, kapının arkasında, askıda duran büyük kabanı omuzlarıma bıraktığında kıkırdadım, bu kaban bana elbise gibi gelmişti, emanet bir elbise gibi. Bana fazlasıyla iyi davranmıştı, rahatsız olacağımın bilincinde olduğu için gözlerini kapattığına inandırmaya çalışıyordu lakin ben ona fazlasıyla güveniyordum.
Şömineyi söndürüp kolunu uzattı,
"Son durak Üs, gir bakalım koluma." Uzattığı koluna girdim, dikkatli adımlarla kulübeden çıkıp patikadan yürümeye başladık. İkimizde fazlasıyla sessizdik, adımları sakin belimdeki eli incitmek istemezmiş gibi narin bir tutuşa sahipti. Hiç yorulmadan yaklaşık yarım saat boyunca yürümüştük, ara sıra kaçamak bakışlar atıyor ama hemen önüne dönüyordu, neden denize atlama gereği duyduğumu merak ediyor olmalıydı.
Karanlıkta Üs'sün ışıkları belirdiğinde yüzümde acı bir tebessüm belirdi.
Gelecek bir sürü soruya hazır ol Viata.
Kapının önünde hıçkırarak ağlayan Afra, saçlarını yolan Doğan, perişan olmuş Kıvanç, Azad'ı sakinleştirmeye çalışan Diana ve Ardil, Yeşil gözle tartışan soğuk nevale. Yeşil göz gelmişti, yerdeki siyah torbayla kaşlarım çatıldı, o şey ceset torbası mıydı?
"Atalan ben onu sana emanet ettim!"
"Pars, haklısın biliyorum ama ne zaman, hangi ara yanımızdan ayrılıp ormana girdiğini bilmiyorum."
Yeşil göz sinirden kıpkırmızı kesilmişti, delirmek üzereydi, "Dua et bu ceset ona ait olmasın, yoksa seni bu cesetle beraber gömerim!" Gürlemesiyle irkilirken soğuk nevalenin şaşkın bakışları bana çevrilmişti, arkası bana dönük olan yeşil göz bana döndüğünde yeşilleriylr birleşti gözlerim. Sinirden koyulaşan gözleri birden sakinleşti, "Aptal çocuk." Diye fısıldadı, kaşlarım çatılarken bu adamın deliliğini bir kez daha sorguladım, daha demin öldüğüme inanırken şimdi bana Aptal çocuk diyordu, "Rahat bırakın, iyi şeyler yaşamadı." Aybar'ın ciddi sesiyle Yeşil gözün kaşları çatıldı, sessizce Üs'se girdik, diğerleri bizi şaşkınlıkla izliyordu. Fakat  "İyiyim." bile demeye gücüm yoktu.
Odama girdiğimde Aybar yanlız kalmak istediğimi anlayıp odadan çıkmıştı, o gittiği an kalbime çöken ağırlıkla hıçkırdım, birden akmaya başlayan yaşlarımla kendimi yatağa attım, bu kadarı fazlaydı. Değişik yaratıklar, güçler bunlar canımı yakmıştı evet, ama o adam? Ruhumu, özellikle de çocukluğumu mahkum eden o adam yaşıyordu, ve bana yine saldırmaya çalışmıştı.
Kapı açıldığında içeri yeşil göz girmişti, bana kızacaktı belki de azarlayacaktı. Ama şuan onun dedikleri umurumda değildi, fakat o benim beklediğimi yapmadı, kollarını sıkıca bana sardı, başımı omzuna yasladım. Yaşlarım omzunu ıslatırken sırtımı sıvazlıyordu, "Sakin ol, anlat bana. Hadi Viata, o ormanda ne oldu?" Geri çekilip yaşlarını sildim, yumruk yaptığım elimle gözlerimi ovuşturdum, yatağa oturmustuk eli ellerimi sarmıştı. "Bana o şeyi yapan adam, oradaydı." Gözleri dehşetle açıldı, daha çok hıçkırırken daha bir şey demedi. "Hadi uyu, ben buradayım." Elimi tutarak beni geriye yasladı, gözlerim yavaş yavaş kapandı. Yumuşak eli yanağımı okşarken kendimi uykunun derinliklerine teslim etmiştim.
Uyu Viata, uyu. Güzelce dinlen çünkü bundan sonra senin için çok kötü günler gelecek. Ve senin çok güçlü olman gerekiyor.
****
"Viata hadi ama! Yemeğini yemen gerekiyor, iki gündür yemek yemiyorsun." Omuz silktim, Aybar elindeki tepsiyi odadaki masaya bırakıp yatağa oturdu, o günden sonra yeşil göz sürekli odama uğruyor benimle iletişim kurmaya çalışıyordu, derslerimi yorumsuz bir şekilde tamamlıyor, yemek saatinde odamda dinleniyordum, yeşil göz gelmeden spor salonuna giriyordum. "Hadi!" Kendimi geri atıp beyaz tavanı izlemeye başladım. "Aç değilim Aybar." Ardından o cevap verecekken kapı açıldı, içeri dolan ferah beyaz misk ve amber kokusuyla yeşil gözün odaya girdiğini anlamıştım. Aybar yataktan kalkıp giderken ben hala aynı pozisyonda tavanı izlemeye devam ettim. Ardından bir el belimi kavrayıp beni kaldırdı, yeşil gözle bütün buruna gelirken göz bebeklerimin büyüdüğünü hissediyordum, sakince kalkıp yemek tepsisini alıp yanıma oturdu, kaşığı çorbaya daldırıp kaşığı bana uzattı, kaşlarımı çatip başımı onaylamaz şekilde salladım. "Uslu bir çocuk ol ve ağzını aç." Ağzım bana itaatkarsızlık ederken çorbanın boğazımdan geçişiyle içime rahatlık çöktü. Uzun süre sonra içim sıcacık olmuştu, yavaş yavaş tüm çorbayı içirmişti. İçimdeki sıcaklıkla aniden gelen güç yüzümde aptal bir tebessüme neden olmuştu, belki de bu aptal tebessümün nedeni karşımda duran yeşil gözlü adamdır.
"Aferin koçuma." Dediğiyle istemsizce gülmeye başladım. O da yavaşça tebessüm edip bana gamzelerini bahşetti, bazen ona ihtiyacım varmış gibiydi. Beni sinirlendirmesi, güldürmesi, keyfimi yerine getirmesi veya bozması onun elindeymiş gibiydi, sanki o benim suya olan ihtiyacımdı. Ama sen ateşsin, ateş suya ihtiyaç duymaz. Dedi bir ses, fakat başka bir sez daha geçti, o su, suyun kızı, denizlerin sahibi. Suya ihtiyacı var.
"Hadi aşağı inelim, çalışmamız gerekiyor, bir kaç saat daha çalışıp gece yola çıkacağız." Aniden kaşlarım çatıldı, nereye gidiyorduk? Ayağa kalktığında peşine hemen ayağa kalktım, "Nereye gidiyoruz?" İlk defa onunla konuştuğumda gülümseyecek gibi oldu, fakat buna tabii ki de izin vermeden ciddi haline büründü. "Benimle beraber sahaya ineceksin yani kendi dünyamıza gidiyoruz." Şaşkınlıkla bakakalırken içimde deli bir heyecan belirmişti, kendi şehrime, kendi evrenime gidiyordum. Hem de göreve. Bu çok gurur vericiydi! Yeşil göz bu heyecanımı fark etmiş olacak ki gururla bana baktı, ardından benimle aynı hizaya gelmek için eğildi, "Benim badim olduğunu herkese göster Viata. Orada öyle cesur ol ki ismini beyinlerinin bir köşesine kazısınlar." Başımla onu onayladığımda birden arkasını dönüp ilerlemeye başladı, hemen peşine takıldım. Bahçeye ilerlediğimizde silah eğitimine devam edeceğimizi anlamıştım.
İkimizde kılıçlarımızı elimize aldık, ilk hamleyi o yaptığında savunmada kalıyor, fırsat kolluyordum. Kolu yorulmaya başladığında boşluğundan yararlanıp karnına sıkı bir tekme geçirip kılıcı boğazına dayadım. Sırıtıp dizime vurup belimi sıkıca kavradı, bedenim ona yapışırken kılıcı yere atmıştı. "Hala çok güçsüzsün, bana göre." Diye, eklemesini de yaparak kendini övdü. Gözlerimi devirirken kaşlarını çattı. "Gözlerini oyarım senin, maviş maviş bakıyorsun zaten." Dediğiyle gülmeye başladım, çünkü aynısını bende onun için demiştim. Yeşil yeşil bakıyor zaten! "Arsız!" Diye tısladı dil çıkarıp yere düşürdüğüm kılıcımı aldım. "Yeşil gözlü uyuz!" O da eğilerek kendi kılıcını eline alıp bir kaç adım geriledi. Ciddi bakışları kılıfından gözlerime çıktı, yeşil gözlü olmasını sürekli yüzüne vurmam hoşuna gitmiyor gibiydi.
Acaba Ardil'in gözlerini daha çok beğendiğini söylediğin için olabilir ki Viata?
İyi de o da benim gözlerimi beğenmediğini ima etmişti.
Aptal seni kıskanmıştı!
Şaşkın bakışlarım yeşil göze çevrildi, o ise benim gözlerime bakmamakta inat ediyor bana bakmıyordu bile.
Bir kaç saatin sonunda akşam yemeği saatine gelmişti, yeşil göz önden giderken peşine ilerliyordum. Yemekhaneye girdiğimizde büfe bölümüne ilerleyecekken beni durdurdu. "Sen masaya geç, ben alırım." Bir şey demeden masaya geçtim, hepsi şaşkınlıkla bana bakarken onları umursamadım bile, yeşil göz doldurduğu tepsiyi önüme koyup yanıma yerleşti, onunla beraber herkes kendi haline döndüğünde ikimizde hızla yemeğimizi yiyorduk, "Ne bu acele? Viata günler sonra odasından çıkıp yemekhanede yemek yiyor, bari bırakın da kendine vakit ayırsın!" Aybar'ın ani hiddetiyle soğuk nevale karnına dirseğini geçirecekti fakat Aybar onun kolunu tutup itmişti bile. "Sakin ol Aybar, yeşil gözle sahaya ineceğiz. O yüzden acele ediyoruz." Aniden çatılan kaşları gevşedi, badiler de dahil hepsi bana şaşkınlıkla bakıyordu, muhtemelen beklemiyorlardı. Odamdan çıkmaya bile tenezzül etmezken şimdi başka evrene giriyordum. Ne demiş atalarımız, küçük adımlarla.
Aynen ya, biraz daha büyük adım atsaydın Viata, doğrusu evrenin ilerisi var mı bilmiyorum da!
Yok iç ses, yok. Yemeğimi bitirdiğimde yeşil gözün baş işaretiyle üzerimi değiştirmem gerektiğini anlamıştım, yavaş adımlarla merdivenleri tırmandım, odama hızlı bir giriş yaptım, yatağımdaki kıyafetlerle yüzümde sinsi bir tebessüm oluştu. Yeşil göz kıyafetlerimi hazırlamıştı bile, beyaz bol bir gömlek ve dar siyah deri bir tulum. Hızlıca üzerimi giyip yarım topuk olan dizime kadar gelen siyah çizmeleri giyindim, saçlarımı at kuyruğu yapıp masama bırakmış olduğu kılıcımı belimdeki kılıç kınına yerleştirdim. Bıçakları de kemerine yerleştirip aynada kendimi süzdüm, gerçek bir savaşçı gibiydim. Kendimi ilk defa bir yere ait hissediyor ve bundan memnuniyet duyuyordum. Kapı çaldı, ardından açıldığında içeri yeşil göz girdi onun bana yaptığı gibi bende onu dikkatle süzdüm. Siyah kargo pantolon ve ince siyah kolunun hareketini kısıtlamayacak balon kollu bir gömlek vardı, ve siyah deri çizmeleri. Gömleğinin bir kaç düğmesini açık bırakması onda haylaz bir adam havası vermişti. Uzun saçları dağınıktı. Benim gibi kılıç ve bıçaklarını beline takmıştı, doğrusu üzerimiz bile fazlasıyla uyumluydu. "Hazır mısın?" Başımı evet anlamında salladığımda beraber odadan çıktık, en aşağı kata, bahçeye indiğimizde hava kararmıştı. Bizim ekipte bahçede bizi beklerken ciddiyetimden ödün vermiyordum, benim hala yıkık durumda olduğumu düşünmelerini istemiyordum. Evet, o adamı görmek bana fazlasıyla zarar vermişti lakin bunu Lidya'ya yapamazdım, Lidya zaten kötü bir geçmiş yaşamışken geçmişin kirini ne bugüne ne de geleceğime atardım. Yeşil göz elindeki kalemle boşluğa bir şeyler çizdi, Hilal şeklini ve hemen üzerine bir yuvarlak çizmişti. Ardından açılan sarı portalla geriledim, tereddütte kalırken ekibe döndüm. "Dikkat et." İlk konuşan Doğan olmuştu, hepsi teker teker dikkat etmem gerektiğini, yeşil gözün yanından ayrılmamam gerektiğini tembih etmişti, sıra soğuk nevaleye geldiğinde elinde bir şey vardı, saçlarımı geriye ittirip boynuma tuhaf mermiye benzer bir kolye taktı. "Ne kolyesi bu şimdi?" Yeşil göz söylenirken soğuk nevale gözlerini devirdi, ardından kulağıma eğildi. "Üzerine basınca bıçağa dönüşüyor, zor durumda kalırsan kullan. Ona dikkat et, sana bakmaktan kendi canını yok sayacak kadar deli." Tebessüm edip geri çekildim, omzunu sıvazlayıp bir adım geri gitti, yeşil göz sıkıca kolumu kavrarken beni kendine çekmişti, "Benden ayrılırsan bırakırım seni burada, kalırsın yamyamlarla beraber yerler seni." Tehdidiyle göz devirdim, güya beni burada bırakacaktı. "Denese-" dememe kalkmadan portala gitmiştik, aynı bir kapıdan çıkmış edasıyla kendimizi karanlık bir şehirde bulmuştuk. Büyük yan yana dizili saraylar vardı, hepsi siyahtı ve renkleri ortama kasvetli bir hava katıyordu. Ortada kimse yoktu, biraz daha uzaklara baktığımda sarayın hemen önünde hana benzer bir yer vardı, ardından üzeri kapalı bir yer, hemen ilerisinde ise köy vardı, terk edilmiş bir köy. Fazlasıyla ürkünç ve kasvetliydi. Bu kasvet irkilmeme neden olurken omur iliğimden enseme uzanan soğuk hava ile istemsizce yeşil gözün elini sıkmıştım. "Burası eski Ateş krallığı, eskiden dünyanın ve bütün evrenlerin en büyük ve güçlü sarayıydı. Ta ki kraliçe doğum yapana kadar." Kaşlarım aniden çatıldı, Kraliçenin doğum yapması nasıl böyle güçlü bir yerin sonu olmuştu? Tepkime karşılık anlatmaya devam etti, "Kraliçe bir kız doğurdu, arından saldırıya uğradı saldırı üzerine bir daha gebe kalmadı. Eh Kral ve Kraliçe öldüğünde saray Kraliçeye kaldı, o da evrenlerin en vurdumduymaz insanı olabilirdi, çok matrak bir kadındı. Haylaz bir çocuk gibiydi, kimseyi dinlemiyor, ülkesiyle ilgilenmiyordu. Yasağı çiğneyerek dünyaya gitti ve orada bir adama aşık oldu. Oradan sonrası çok karışık. Efsaneye göre Kraliçe bir kız bebek dünyaya getirmiş, ardından Kraliçenin kocası onun normal bir insan olmadığını öğrendiğinde bebeklerini öldürmüş. O günden beri Kraliçe nerede bilinmiyor, bebeğinin kaybına dayanamayıp intihar edildiği söyleniyor." Çok ürkünçtü, koskoca Kraliçe bebeği için bütün krallığı bir yana atarken benim annemler sırf kız olduğum için beni gömebiliyordu. Acımasız evren!
Ah be Viata, ne anneler var. Keşke o bebek yerine sen ölseydin.
Haklısın iç ses, keşke o bebek yerine ben ölseydim. O bebeğin en azından ona sahip çıkabilen ve onu seven bir annesi vardı, benim neyim vardı? Hiç bir şeyim. Hiç bir şeyim yoktu. Yutkunup, gelmek üzere olan yaşı sildim.
"Şimdi ne yapıyoruz? Niye geldik buraya." Sorumla yeşil göz iç çekip ilerlemeye başladı. "Krallık devrildikten sonra burası kurtların mekanı oldu. Fakat Vampirler rahat duramadıkları için ve burada hazine olduğuna inandıkları için buraya gelip baskın düzenliyorlar. Buranın elli kilometre ötesinde Ateş krallığının halkı var, Kraliçeleri her ne kadar krallığı batırmış olsalar da onlar bir şekilde hayatta kalmış. Bu saldırılar onlara da sıçradığı için Vampirleri defetmemiz gerekiyor." Başımla onayladım, nedenini bilmediğim şekilde burası bana fazlasıyla tanıdık gelmişti, kurumuş toprağa eğildim, arından elimi yere koydum, toprak kupkuruydu, bu toprak kuru olmayı hak etmiyordu, doğrusu bu saray kuru olmayı hak etmiyordu. Kraliçe her kimse onu çok sevmiştim, kızına böylesine bağlı bir annem olsun isterdim. Arından hiç beklemediğim bir şey oldu. Elimin altında bir çiçek belirdi, yeşil göz şok içinde bana bakarken ben dehşetle avcumdan taşan çiçeği izliyordum.
Ne yapmıştım ben yine?!

Gecenin Mührü (DÜZENLENİYOR)Where stories live. Discover now