Bölüm 20 İlk kıvılcım

1.4K 139 4
                                    


Huzur.
Huzur bu kadar güzel mi kokardı?
Huzur nasıl kokardı harbiden?
Kendi kendime gülmeye başladım, huzurun nasıl koktuğunu bilemeyecek kadar huzurdan uzaktım.
Ama artık biliyorum, çünkü kolları arasında yattığım adam huzur kokuyordu. Hayatımda belki de ilk defa bu kadar rahat uyumuş olabilirim. Rahat uyumanın sebebi neydi peki? Yatağın kuş tüyünden olması mıydı?
Çok fazla soru soruyordum, hayatı sorgulayarak yaşayanlardanım bende.
Peki sen güzel dostum, sen hayatı sorgulayarak mı yaşarsın?
Burnu saçlarım arasında dolandı, kokumu derince çekti.
Sırtım sıcak göğsüne yaslıydı, ellerini karnımda birleştirmiş başını boynuma gömmüştü. Yüzüne düşen saçlarımla oldukça komik duruyordu.
Yeni fark ettim.
Saçlarım uzamıştı.
Yavaşça yatakta dönüp ona döndüm, elleri hala belimdeydi, huzurla uyuyordu. Yüzünü izlemeye başladım, uyurken bile ciddiydi. Fazlasıyla.
Bu kadar ciddiyeti nasıl kaldırıyordu? Bir insan nasıl bu kadar ciddi olabilir aklım almıyordu, onunla ilgili hiç bir şeyi aklın almıyor Viata.
Utanma duygum zırh gibi bir şeyin arkasına saklanmış olmalı, normalde şuan utançtan dört köşe olup kıpkırmızı kesilmem gerekiyordu lakin ben şuan onu izliyordum.
Utanma nedir bilmeden hemde. Derin nefes alıp hareketlenmeye başladığında gözlerimi kapattım, derin bir şekilde nefesini verdi. Ardından duraksadı, gözlerimi açmaya utanıyordum.
İzlerken utanmıyordun şimdi mi utanıyorsun? Daha demin utanç kelimesiyle alakan olmadığını söylüyorsun Viata!
Aptal iç ses, burnundan güldü, kaşlarımın çatılmaması için büyük uğraşlar veriyordum. Ensemi kavrayıp başımı göğsüne yasladı, derin nefes alıp kokusunu dolu dolu içime çektim. "Yalancı." Diye tısladı, başımı kaldırmadım. Uyanık olduğumu fark etmiş miydi? Ecel terleri dökerken kirpiklerimi kırpıştırdım. "Düzensiz nefes alıyorsun, uyumadığını biliyorum Viata!" Gülerek dediği şeyle gözlerimi kısıp başımı kaldırdım. "Ne oldu ya? Ne zaman uyandın sen?" Gülmemeye çalışarak toz pembe yalanımla gözlerine baktım. Alayla bana bakıyordu, bravo Viata, bu adam zaten mal. Senin dediğine inanacak!
"Yalan konuşmayı bile beceremiyorsun." Başını onaylamaz şekilde salladı, gözlerimi kaçırıp yataktan kalktım. "Tamam ya, odadan çık, üzerimi değiştireceğim." Gamzeleri ortaya çıkmıştı, lanet adamın her şeyi bu kadar mükemmel olamazdı! Odadan çıktığında bir süre boş boş yatağa baktım. Toparlanıp Betty'in hazırladığı eşyalarımdan siyah gömlek ve balon siyah pantolonu hızla üzerime geçirdim. Saraydayız diye her gün elbise giyme kuralı mı vardı? Ben yıkarım kardeşim bu kuralı.
Sırtıma kadar gelen saçlarımı tarayıp açık bıraktım, odadan çıktığımda hemen yan odamdan yeşil göz çıkmıştı. Gözlerim aniden açıldı, o da tıpkı benim gibi siyah bir gömlek ve balon pantolon giymişti. İkimizde birbirimizi baştan aşağı süzdük.
"Tuhaf."
"Tuhaf."
İkimizde aynı anda dile getirdiğimiz şeyle kaşlarım çatıldı, bu adam beni mi taklit ediyordu?
Baş işaretiyle onu takip ettim, muhtemelen bugün gidecektik. Sonunda dönüyorduk! Bu saray, kral, kraliçe ve ki lord olayları sıkmaya başlamıştı. Etrafta koşuşturan muhafızlarla kaşlarım çatıldı, etraf mahşer meydanına dönmüştü, yeşil göz aniden koruma iç güdüsüyle kolumu kavradı. Büyük salonun kapısı bizim için aralandı, içeri girdiğimizde Altuğ Lord fazlasıyla ciddi duruyordu, kral ise telaşlıydı. Muhafızlar bizim girmemizle dışarı çıktı, "Baba ne oluyor?" Yeşil gözün sorusuyla kral Henry elindeki kağıdı işaret etti. "Toprak krallığı basılmış. Bizden yardım bekliyorlar." Kaşlarım aniden çatıldı, yeşil göz kolumu bırakıp babasına doğru ilerleyip kağıdı aldı. "Savaş açan kişi de cehennem tanrıçası, yani ateş kraliçesi!" Altuğ Lordun dediğiyle gözlerim dehşetle açıldı, annem toprak krallığına savaş mı açmıştı? İyi de neden? Neden böyle bir şey yaptı? "Tutsak edilen halkını geri istiyor." Yeşil gözün dediğiyle anlam veremez şekilde ona baktım, halk mı? Toprak krallığı ateş krallığının halkını esir mi almıştı?
"Saldırı henüz gerçekleşmemiş ama Hera bildiri yollamış. Halka zarar vermeden teslim etmesini söylemiş, toprak kralı kabul etmeyince savaş açacağını bildirmiş. Toprak ne kadar ateşten üstün olsa da Hera'nın cehennem ateşini ondan başka kimse söndüremez." Kralın açıklamasıyla aniden öfkelenmiştim, toprak krallığına yardım edemezler! Annem halkını güzel bir şekilde istemişti, kabul etmeyen onlardı. Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir kardeşim, atalar boşuna konuşmuyor.
Koskoca krallığa hakkı kötektir dedin ya Viata, bundan sonra sana denen her cümle manasız!
"Ve Viata'dan." Diye düzeltti Altuğ. Gözlerimi devirip krala adımladım, bu yardımı kabul etmemeliydi.
"Toprak krallığına yardım etmeyeceksiniz değil mi? Sonuçta annem kendi halkını istiyor, istediği şey ona ait olan bir şey." Kral kızgınlıkla bana baktı, bu adamda yeşil göz gibi uyuzdu!
"Toprak yaşamdır, toprak krallığına yardım etmezsek bütün barış düzen yok olur. O halk artık annene değil toprak krallığına ait. Annen 17 sene önce krallığını terk etti." Öfkeyle adımladım, bu adam ne saçmalıyordu? Halk ateş halkıydı, toprak krallığı buna nasıl cüret edebiliyordu? Eğer Toprak krallığı herhangi bir yardımda bulunmaya kalkmaya çalışırsa su krallığı namına hiç bir şey kalmayacak!
"Siz delirdiniz mi? Annemi karşınıza mı alacaksınız? Annem yarın bir gün size savaş açınca da toprak
size yardım edecek mi? Bir garantisi var mı?" Aniden gürlerken yeşil göz kollarımı tuttu, sonra o sözler belirdi zihnimde, haeres ego sum ignis, regina voco.
"Haeres ego sum ignis, regina voco!" Ardından şömine alevleri birden yükseldi, yeşil göz beni arkasına alırken hepsi şaşkınlıkla bana bakıyordu. Ateşler arasından çıkan cehennem tanrıçası yani annem bize doğru ilerledi. Nedensiz bir cesaret bedenimi kaplamıştı, gözlerimi ondan aldığım gözlerine çevirdim. Özlemle bana bakıyordular, belki de gerçekten ilk defa şuan bir anneye ihtiyaç duyuyorumdur. Belki de ilk defa şuan annemi kabullenmişimdir. Yeşil göz çekilirken annem önümde durdu, eli yüzüme tırmandı. "Beni çağıracağını biliyordum kızım." Ardından biraz önce benim dile getirdiğim sözcükleri dile getirdi. Bende onunla aynı anda tekrar ettim.
"Haeres ego sum ignis, regina voco."
"Haeres ego sum ignis, regina voco."
Yavaşça tebessüm edip saçımı okşadı, gözlerim aniden dolarken huzurla gözlerimi kapattım.
"Ben ateş varisiyim kraliçeyi çağırıyorum. Aynen böyle dedin güzel kızım, sesini duyar duymaz buraya geldim." Toparlanmaya çalışıp geri çekildim, çattığı kaşlarıyla etrafına bakındı, öfkeden parlayan mavilerini kralın üzerinde gezdirdi. "Kral Henry, madem siz toprak krallığıyla dostunuz, onu ikna edin. Halkımızı bize geri versinler, aksi takdirde hem toprak hem de su krallığı ateş kraliçesinin azabında yanacak. Varisi de onun yanında olacak!" Diye tısladım. Yeşil göz bana inanamaz gibi bakarken bende kendime inanamıyordum. Bunları ben mi söylüyordum? Annem bana şaşkınlıkla bakarken aniden şeytani bir gülümseme yüzünü kapladı. Kral Henry tam itiraz edecekken yeşil gözün lafı onu susturdu. "Muhafızlar!" Diye gürledi. Kapı açılıp içeri diğer muhafızlardan bir tık daha farklı biri girdi. Üzerinde beyaz gömlek, kahverengi pantolon ve kahverengi ceket vardı. Ceketi rozetlerle doluydu, "Toprak krallığına yardım için giden bütün ekipleri geri çekiyorsunuz, derhal!" Annem şaşkınlıkla yeşil göze bakarken yeşil göz bana döndü, "Kraliçe Hera ve varisini karşımda değil yanımda görmek istiyorum. Viata'yla beraber toprak krallığına gidip kralla konuşacağız." Kral öfkeyle yeşil göze ilerledi, yeşil göz bunu benim için mi yapıyordu yoksa gerçekten bizi karşısına almak istemediği için mi? Kral öfkeden deliye dönmüş haldeydi, Lord Altuğ ise bir köşede sessizce olanları izliyordu. "Sen delirdin mi? Ya Ivan bize ateş açarsa? Ne olacak o zaman oğlum?" Yeşil göz kabul edemezdi, onunla düşman olmak istemiyordum. Hem de hiç, lakin babasına uymak gibi bir hata yapmaya kalkışırsa ortada öylece kalırdım. Her ne kadar bunu belli etmesem de. "Bizde onlara her gün gece gündüz demeden susuzluğun en büyüğünü yaşatırız. Toprak krallığında su namına bir şey kalmaz. Canını alırız, toprak ne kadar olsa da su insana yaşam verir. Biz onlara ne kadar bağlıysak onlar da bize o kadar bağlı." Sakin sesiyle babası yatışmıştı, bu adam nasıl bir kraldı? Kendi gücünün farkında değildi.
"Viata hadi." Yeşil göz bana ilerleyip elini uzattığında hiç şüphe duymadan elini tuttum. Sol eliyle portal kalemini aldı, boşluğa doğru ilk önce güneş, üzerine de ay deseni çizdi  portal aniden açılırken anneme döndüm. "Burada kal, eminim kral Henry seni en iyi şekilde ağırlayacaktır." Kaşlarımı kaldırarak dediğim şeyle kral Henry anlayışla başını salladı. İçeri girdiğimizde büyük sarayın karşısında bulmuştuk kendimizi, kahve büyük saray ihtişamla parlıyordu. Hava fazlasıyla aydınlıktı, hemen yanımızda büyük bir şelale vardı. Daha önce şelale görmemiştim ama bunun fazla büyük olduğunu düşünüyordum. Saray kadar bir şelaleydi, sol tarafta ise üzeri çiçeklerle dolu olan ve masmavi olan bir göl vardı. Etrafında çocuklar koşturuyordu. Gölün biraz ilerisinde ise bir köy. Çalışan köylüleri görebiliyordum. Saraya ilerlemeye başladığımızda yeşil gözün eli elimi sıkıca tutuyordu. "Birden bire annene yardım etmek isteyip onu çağırman gurur verici. Benim badim olmayı gerçekten hak ediyorsun." Yavaşça tebessüm ettim, senin yanına layıksam ne mutlu bana.
Sarayın geniş kapıları aralandı, yeşil gözü gören saygıyla eğilirken tuhaf tuhaf onlara bakıyordum. Onun saygın biri olduğunu nereden biliyorlardı? Sonuçta yeşil göz senelerdir kendi sarayına bile gelmiyordu. "Senin su vârisi olduğunu nereden biliyorlar? Sonuçta sen senelerdir kendi sarayına bile gelmiyorsun?" Yavaşça tebessüm edip gamzesini bana gösterdi. "Çünkü sadece soylu insanlar bizim gibi  uyumlu giyinir." Başımla anladığımı belirttim. Sarayın kapısı açıldığında aynı su sarayındaki gibi bir muhafız karşıladı bizi, öyle bir bakışı vardı ki huzursuz olmaya başlamıştım. Kınayarak, tiksinerek bakıyordu bize. "Kimsiniz?" Sorusuyla yeşil göz sakin bir şekilde cevap verdi, bu adam nasıl bu kadar sakin ve düz olmayı başarıyordu? "Ben su vârisi Pars, krala onunla görüşmek istediğimi bildir." Aniden beti benzi atarken hızla önünde eğildi, dizlerinin üzerine çöktü. "Hoş geldiniz vârisim." Ardından hızla ayağa kalkıp koridorda ilerleyip sonundaki büyük kapıdan içeri girdi, sesinden anladığım tek şey "Geldiler efendim." oldu. Ardından bize yaptığı baş işaretiyle kapıya ilerledik, aralık olan kapıdan içeri girdiğimizde tahtta oturan adamla kaşlarım çatıldı, tahminen yeşil göz yaşlarındaydı. Ben kral Henry gibi daha yaşlı bekliyordum lakin bu çok gençti. Kumral saçları ve büyük mavi gözleri vardı, üzerinde şık beyaz bir takım vardı. Gözleri önce benim üzerimde gezindi, yeşil göz fark etmiş olacak ki elimi daha çok sıktı. "Ooo hoş geldin Pars, uzun süredir bekliyorduk seni. Bakıyorum da tek gelmemişsin?" Alaylı sesiyle inanamaz gibi ona baktım, o bir kraldı ve çocuk gibi davranıyordu! "Tatavayı kes İvan buraya ne için geldiğimi biliyorsun." Başıyla onaylayıp sağ köşedeki masayı gösterdi. O tarafa ilerleyip baş köşeye kuruldu peşine bizde boş sandalyelere kurulduk, yeşil göz hemen soluma oturmuştu. "Ateş krallığına savaş açamazsın, sana yardım etmeye kalkarsak Hera bize de zarar verebilir. Hera yıllardır ortalıkta değil ve tahmin etmek istemeyeceğimiz kadar güçlendi. Ayrıca vârisi de onun yanında." Vârisi kısmından sonra İvan'ın kaşları çatıldı. "Kayıp kızını buldu mu? Yaşıyor mu o, pe... Peki nerede?" Art arda sorularını dizerken sesinde telaş vardı. Yeşil göz cevap verecekken ben ondan önce atladım. "Tam karşında." Gözleri bana çevrildi, dehşetle bana bakıyordu, onunla aynı renkte olan gözlerime. "Yüce toprak, yüce gökyüzü, yüce su! Sen yaşıyorsun!" Niye bu kadar seviniyordu? Sanki ateşin değil de suyun vârisiymişim gibiydi. Gözlerinde tatlı bir telaş, bir umut vardı. Nedeni neydi bilmiyorum lakin pek alamet değildi.
"Annem daha yeni geldi, onu ben çağırdım ve halkını geri istiyor. Güzel bir şekilde anlaşalım, düşmanlık yerine dostluk olsun. Üç saray için barışı olan edelim, savaşa tahammülüm yok!" Diye tısladım. "Bu kadar basit olamaz. Ateş krallığı namına hiç bir şey kalmadı, ateş krallığının vârisi olması hiç bir şeyi değiştirmez çünkü vârisi yıllarca kayıptı. Hiç bir eğitimi yok, güçleri var mı onu bile bilmiyoruz." Alayla dediği şeyle güldüm, ciddi miydi? Beni mi ezikliyordu o, öfkeme hakim olmaya çalıştım, sinirden ellerim titriyordu. "Hem kraliçe Hera'nın melez kızı ateş krallığının başına mı geçecek gerçekten? Hadi ama, sizi daha zeki zannederdim." Yeşil göz düz bakışlarını ona çevirdi, delici bakışları üzerinde gezdi.
"Üzgün değilim lakin problem bende. Sana Viata'nın Expontia özelliğini taşıdığını söylemeyi unuttum." Aniden gözleri açıldı, inanamaz gibi bana bakıyordu. "Bakın, aradan 17 yıl geçti. Hera halkını terk etti, halkı sefalet içindeydi, ölmek üzerelerdi ve onları ben yaşattım. Şimdi onları tekrar geri vermemi mi istiyorsun?" Kızgınlıkla sorduğu soruyla ayağa kalktım, sinirden titriyordum. "Savaş mı istiyorsun? Maksadın ne adam, ne halt yemeye çalışıyorsun sen? Annem halkını geri alamayınca yas tutup bir köşeye çekileceğini mi sanıyorsun? Bu sarayı başına yıkabilecek olmasını hiç mi düşünmüyorsun? Anlaşmaya çalışıyoruz, ha eğer sen ben bunlara emek verdim diyorsan ihtiyaçlarını karşılarız. Sonuçta fakiri doyurmak sevaptır!" Bir süre donuk şekilde bana baktı, cevap gelmeyince yeşil gözün koluna asıldım. "Gidiyoruz, annemin bu sarayı kül edişini şelalenin tepesinden izlemek istiyorum." Diyerek yeşil gözü çekiştirdim. Ayağa kalkınca kapıya ilerledik, madem savaş istiyordu. İstediği olacaktı. Su ve ateşe karşı toprak. Kazanan belli. Bu aptal adam da iki krallığa karşı savaşamayacağının farkındaydı. "Durun! Tamam, lanet olsun tamam."
Sinsice gülümsedim, yeşil göz bana inanamaz gibi bakıyordu.
"Ne tür bir canavara döndün sen?!"
****
"Yeşil göz, uyuyalım. Çok uykum geldi." Diye fısıldadım. Yorgunluktan her an ölebilirdim, toprak kralıyla anlaşma imzalamış belirli bir tazminat ödeyeceğimize dair bir kaç belge imzalayıp geri dönmüştük. Ardından saraya dönüp olayı anneme bildirmiştik, ona anne demediğim için ağlayıp gitmişti. Nereye gittiğini henüz bende bilmiyordum lakin zamanla aramızdaki buzların eriyeceğine emindim.
Unutma Viata, o aşık olduğu adamdan kazık yiyen bir kadın. Senin için krallığını terk eden kadın.
Haklısın iç ses, belki de ilk defa haklısın.
Yeşil göze veda edip kendi odama girdim, kendimi soğuk yatağa atıp gözlerimi sıkıca yumdum.
Bugün sondu, buradan gidiyorduk.
Fazlasıyla yorulmuştum, bu krallık bana göre değildi. O kadar çok uykum vardı ki gözlerimden yaş geliyordu. Yavaşça gözlerimi kapatıp kendimi derin bir uykuya teslim ettim.
Bugün benim için her ne kadar yorucu geçse de bundan sonra pek kolay şeyler olmayacağını çok iyi biliyordum.
Bugün ateş krallığının devrinin başlangıcıydı, ilk kıvılcımdı.

Gecenin Mührü (DÜZENLENİYOR)Where stories live. Discover now