Bölüm 42 Kefaret Yemini

835 90 1
                                    

"Lanet gelsin ya! Nerede bu süt?!" Kendi kendime söylenirken minik bir el eteğimi çekiştiriyordu. Kaşlarımı çatarak başımı yere eğdiğimde küçük bir çocuk büyük kahve gözleriyle bana bakarak süt reyonunu gösteriyordu. Şu çocuk kadar olamadım be Viata!
Otuz iki diş sırıtarak eğildim, çocuğun hizasına geldiğimde hayran gözleriyle bana bakıyordu. "Teşekkür ederim." Gülümseyip koşarak uzaklaştığında onun heyecanını izliyordum, fazlasıyla sevimliydi. Çocuklara karşı nedensiz bir samimiyetim vardı, Lâl bana kalacağım evi gösterip bir kart vermiş ve içinde bana aylarca yetebilecek bir bakiye olduğunu söylemişti. Bir miktar parayı lazım olur diye nakit bulunduruyordum.
Süt ve gevreği sepete atarak abur cubur bölümüne ilerledim. Şu son bir kaç haftada sokaktaki çocuklarla kanka olmuştum!
Geldiğim ilk gün evime attıkları top sayesinde tanışmıştık, aileleri bana en başta ısınmasada zamanla bana alışmışlardı.
Bulduğum bir kaç paket cips ve çikolatalardan avuç avuç alarak sepete attım.
Alışverişimi tamamlayarak kasaya ilerledim, aldıklarımın ücretini ödeyip oradan çıktım, sokaktaki çocuklara onlara aldığım abur cuburların bir kısmını vererek eve girdim. Kendimi geniş krem rengi koltuğa atarak tavanı izlemeye koyuldum.
Ekibi ve onu fazlasıyla özlemiştim, lakin geri dönmem kıyamet sebebiydi. O benden nefret ediyordu ve onun gözünün önünde durmam ne benim için ne de onun için iyi bir fikirdi.
Kapı çaldığında oflayarak ayağa kalktı, tahminim kadarıyla Mert gelmişti. Mert, sokaktaki çocuklardandı muhtemelen teşekkür için gelmişti. Kapı tekrardan çaldığında huysuzca homurdandım. "Geldim Mert!" Kapıyı açtığımda karşılaştığım sima gözlerimin kocaman olmasına neden olmuştu.
"Arel?"
"Merhaba. Misafir bekliyorsan gidebilirim?" Başımı şaşkınca sağa sola salladım. Onun burada ne işi vardı? Lâl mi yerimi söylemişti?
İçeriye geçerken kapıyı kapatıp onun peşine salona ilerledim. Salon topluydu.
İçim rahatlarken onun karşısındaki koltuğa oturdum. Gözleri odada gezerken sonunda benimle göz göze gelmişti. "Sevgilini mi bekliyorsun?" Kaşlarımı çattım, sevgilimden ayrıldığımı bilmesine rağmen neden böyle bir soru sormuştu?
"Anlamadım?"
"Kapıyı açtığında Mert diye seslendin, birini mi bekliyordun diye sordum?"
Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Mert'i sevgilim sanmıştı. Yüzüme anlam veremez gibi bakarken başımı gülmenin etkisiyle sağa sola salladım. "Mert bu sokakta yaşayan bir çocuk. Uğrayıp benimle sohbet ediyorlar, gelenim olmadığı için o zannettim." Kaşları hayretle havalandı, bir dakika ben bu herife neden hesap veriyorum. Kaşlarımı çatarak ona baktığımda gülmeye başladı, kendimi neden sorguladığımı anlamıştı. "Ben sana niye hesap veriyorum lan?" Sırıttı.
"Ben her şeyi öğrendim."
"Neyi öğrendin?"
Kaşlarını çattı, neyi kast ediyordu?
"Öyle bir bildiri gelmediğini yanlızca bunun annenin bir kurgusu olduğunu bilmiyor muydun?" Yaşadığım şok üzerine dudaklarım arasından dökülen şaşkınlık nidasıyla karşımdaki adama bakıyordum. Cidden mi? Annem bunu bana nasıl yapardı, ona anne demeye henüz yeni başlamışken bana nasıl böyle bir şey yapabilirdi? Bizi ayırırken ki amacı neydi? Neyi amaçlıyordu, aklında ne vardı? Bunlar gibi nice sorular zihnimi bulandırırken yutkundum. "Annen neden böyle bir şey yaptı bilmiyorum lakin bizi evlendirmekte kararlı. Ondan dilediğin gibi kaç lakin ne kadar süre kaçarsan kaç, nereye kaçarsan kaç annen seni bulacak. Seni bu evliliğe çağırmıyorum çünkü en az senin kadar bende istemiyorum, bir şey yap. Bir bahane bul ve anneni vazgeçir, ben sadece bunu söylemek için geldim. Aklında bir şey varsa Lâl'den bana ulaşabilirsin, yardımcı olurum." Deyip gittiğinde öylece kalakalmıştım. Onun varlığına henüz yeni alışırken bana neden bunu yapmıştı, Ayaz'a ne kadar değer verdiğimi, onu ne kadar çok sevdiğimi biliyordu.
Geri dönmeye kalksam Ayaz bana hayatta inanmazdı, onu çok kırmıştım. Ona ulaşmak neredeyse imkansızdı. Kafama sinirle vurdum, keşke en başında her şeyi Ayaz'a anlatsaydım. Öfkeyle ayağa fırladım. "Ah aptal kafam ah!"
Tuhaf bir kokunun ardından üzerime çöken ağırlıkla kaşlarım çatıldı, gözlerim aniden kararırken koltuğa tutundum. Gözlerimi sıkıca yumdum, beynim şiddetli bir ağrıyla adeta deprem yaşarken beynimin içinde bir şey çıkmaya çalışıyordu.
Midemdeki hareketlenmeyle gözlerim kocaman oldu, odadan çıkıp hemen karşı kapıyı aralayıp banyoya girdim, açık klozetin önüne eğildiğim an sabah yediğim her şeyi çıkarırken karnıma giren ani sızılarla inliyordum.
Derin nefesler alırken sifonlu çekip elimi yüzümü yıkadım, başım dönmeye devam ederken zorlanarak kendimi salona attım, halsiz bedenimi koltuğa devirip gözlerimi kapattım.
Doğan Işık...
"İyi de neden? Bir ay öncesine kadar araları çok iyiydi lakin birden Viata Pats'ı terk ediyor, üzerine bir hafta olmadan bütün Solyetluna'ya muhafız Arel'le nişanlanacağını duyuruyor. Ben Viata'nın bunu isteyerek yaptığını düşünmüyorum."
"Düşünseydin birde? Aptal mısın, elbette bunun altında bir şey var. Viata Pars'tan nefret edecek, birde muhafızın tekiylr nişanlanacak, yok ya! Bizde yedik." Homurdanırken Asena saçlarını çekistiriyor, bir mantık aramaya çalışıyordu.
Viata'nın gidişinin üzerinden haftalar geçmişti, Pats'ı terk etmişti ve saraya gider gitmez ise biriyle nişanlanmaya karar vermişti. Viata gittikten bir müddet sonra bizde dünyayı terk ederek üsse yerleşmiştik. Ekip eskisi gibi değildi, dağılmıştı. Biz öğrenci olmaktan çıkmış durumdaydık, yemek saatlerinde ise Pars ortada olmadığı için badilerimizin de huzuru kaçıyordu.
Onların huzuru kaçtıkça bir araya gelip ne ders yapıyorduk ne de konuşuyorduk. Sadece bir kaç kez Ardil'le muhattap olmuştuk sonunda onunla da bağlantıyı kesmiştik.
Bizim ekibin gerginliği bütün üssü etkilemişti, kimseden çıt çıkmıyordu, kimse bahçeye çıkmıyordu, yemek saatinden sonra herkes odasına dağılıyor bizimle aynı ortamda bulunmuyordu. Burası adeta kışı yaşıyordu. Hava fazlasıyla soğuktu. Rüzgar ve yağmur asla dinmiyordu, şimşekler ardı ardına çakarken Aybar kolunu Asena'nın beline dolayıp onu ayağa kaldırdı, peşine Kıvanç'ta ayağa kalktığında hep beraber üsse girdik.
Merdivenlerden yukarı çıkarken yukarı çıkan Azad'la göz göze geldim. Baş işaretiyle beni yanına çağırdığını anlamıştım, basamakları çifter çifter ezip yanına ulaştım. "Ona ulaştınız mı? Bir şey öğrendiniz mi?" Başımı hayır anlamında salladım, sıkıntıyla nefes verip merdivenleri tırmandı. Bir şey yapmamız gerekiyordu.
"Ateş krallığına gidelim. Viata'ya başka türlü ulaşma imkanımız yok." Asena'nın sesiyle kaşlarımı çatarak ona döndüm, kararlı bakışları ela gözlerimi delerken başımı aşağı yukarı salladım.
"Gidelim."
*****
"Çüş, saraya baksana. Gittikçe güzelleşiyor."
Saray ne kadar güzelse hava o kadar kötüydü, Viata'nın gidişi bütün Solyetluna'yı etkilemiş gibiydi.
İçeri girdiğimizde bir kaç muhafız önümüzde bir duvar gibi durmuştu. "Kimsiniz? Ne sebeple burada bulunursunuz?" Aybar ve Kıvanç'tan ses çıkmayınca konuşmak için ağzımı araladım fakat Asena benden önce davrandı. "Viata'yla görüşeceğiz." Muhafız kaşlarını çattı, başını olumsuz anlamda salladı. "Sizi vârisle görüştüremeyiz."
"Sebep? Aç şu kapıyı." Asena'nın tehditkar sesinin üzerine kapı içeriden açıldı, karşılaştığım bir çift kırmızı gözle biraz olsun rahatladım, Lâl'di.
"Onları içeri alın." Lâl'in sert sesiyle muhafızlar geri çekilerek geçmemiz için yol verdi, Lâl'in yanına ulaştığımızda yüzünde endişe vardı. "Vârisle ilgili haber mi getirdiniz? Bunu böyle ulu orta yerde konuşmamamız gerek." Vârisle ilgili haber mi getirdiniz demişti o? İyide Viata burada değil miydi? Kolumu kavrayan ince elle bedenim kaskatı kesildi. İnce dokunuşu beni etkilerken gözlerimi kırpıştırıp onu takip ettim, Asena sırıtırken çenesinin ucuyla Lâl'in kolumu tutan elini gösteriyordu. Bizi merdivenlerden aşağı çekerken zindana getirmişti, karanlık duvarlar ve bir kaç meşale harici hiç bir şey yoktu. Kolumu bıraktığında endişeli gözleri bana çevrildi. "Nasıl vârisim? İyi mi? Kraliçenin hiç bir mektubuna dönmemiş, sağlığından endişe ederim." Kaşlarım daha çok çatılırken korkuyla geri çekildi, Viata burada değil miydi? Burada olsa bana niye sorsun? "Viata burada değil mi?" Sorumla başını olumsuz anlamda salladı. "Sizinle o günden sonra hiç iletişime geçmedi mi?" Başımı olumsuz anlamda salladım. Viata burada değilse neredeydi? Gidecek hiç bir yeri yoktu, yoksa gerçekten nişanlısının yanında mıydı? Sorular aklımı kurcalarken kimseden çıt çıkmıyordu.
"Viata nerede?" Öfkeli sorumla üzerine gitmeye başladım, geri çekilirken sırtı duvarla buluştu, kollarımı iki yanına koyarak üzerine eğildim, dudakları titremeye başladı. "Anlatacağım. Lakin sen böyle üzerime gelmeye devam edersen rahat duramayacağım." Dizime savurduğu tekmeyle dizimin üzerine çöktüm, sinirle ayağa kalkıp ufak bedenine baktım.
"Açıkla!" Emrimle bakışlarını hepimizin üzerinde gezdirdi.
"Vârisimin, su vârisini terk ettiği gün hatırlarsanız ki o eve gelmiştim. Kraliçe bana Solyetluna'dan bir bildiri geldiğini söylemişti. Ateş ve Su vârisi ayrılmazsa Solyetluna birliği tehlike oluşturduklarından ve yeni bir savaşı çağrıştırdıkları için savaş açacağını bildirmiş. Bende bunu vârisime ilettim. O da hem annesinin sağlık durumu kötü olduğu için, hem de iki krallıkta zarar görmesin diye kabul etti. Saraya geldiğinde ise kraliçe onu bir muhafızla evlendirmek istediğini söyledi, o da elbette ki itiraz etti! Sarayı terk etti, gitmeden önce benden kalabileceği bir yer istedi. Bende dünyadaki bir eve götürdüm onu. Ziyaretine gittiğimde ise bana üsse gittiğini orada daha iyi olacağını söyledi. Kraliçe ve ben neredeyse her hafta ona mektup gönderdik lakin ondan geri dönüş alamadık. İşin doğrusu ise Solyetluna'dsn öyle bir bildiri gelmemiş, Kraliçe su kralıyla anlaşmazlık yaşadığı için vârisimin onun oğluyla olmasını istemiyordu. Bende bunu yeni öğrendim, vârise mektuplarla bildirdim lakin vârisim ortalıklarda yoktu." Dudaklarım arasından kaçan arsız küfürlerle Lâl'e bakıyordum. Bütün bu olanların bir nedeni olduğunu biliyordum!
Bir sorun halledilmişti lakin bir sorun daha vardı.
Viata neredeydi?
Viata'ya gelen notları hatırlıyordum, muhafızlar kesin bir talimatla bizim almamıza izin vermemiş onun odasına bırakmıştı.
"Tek başımıza arayamayız, Kraliçeye belli etmeden onu aramamız gerekiyor. Bunu tek başımıza yapamayız, bunu yapsa yapsa Pars yapabilir." Mırıldanarak dediğim şeyle Kıvanç'la göz göze geldik. O benim aksime sakin bir şekilde düşünüp karar verebiliyordu. "İlk önce ona söyleyelim, kanıt olarakta mektupları gösterelim. Ona inanırsa onu bulması saatlerini alacaktır." Başımla onu onayladım, gitmek için yeltendiğim an ise Asena kolumdan tutarak beni durdurdu. "Lâl'den Viata'nın kaldığı evin adresini alalım. Her ihtimale karşı."
Başımla onayladım. Lâl cebinden çıkardığı kağıt ve kalemi duvara yaslayarak adresi yazarken gözlerim onun üzerinde geziyordu. Beyaz teni kızıl saçları kırmızı gözleri vardı. Fazla güzeldi.
Kağıdı bana uzatırken gözlerim yüzündeydi, Asena yine benden hızlı davranıp kağıdı aldı, kolumdan çekiştirerek beni dışarı sürükledi.
Yeni bir portalla üsse girdiğimizde öğrendiğim bilginin heyecanıyla yukarı çıktım, badilerimiz merdivenlerden aşağı inerken beklediğim kişiyle göz göze geldim. Yorgun ama bir o kadar sert bakışlı Ayaz Pars Varis. Viata'nın deyişiyle yeşil gözlü uyuz badi. Yüzü bir kaç haftadır olduğu gibi gergindi. Kemikli çenesi fazlasıyla gerginken kasıldığı belli oluyordu. Gözlerinde hüzün kadar yerleşen öfke onu ele veriyordu.
"Konuşmamız gerekiyor." Öfkeli gözleri aniden kayboldu, onun yerine eski Pars'ın asla duygu barındırmayan, ne düşündüğünü belli etmeyen bakışları yerleşti. Gözleri koskocaman bir belirsizlikti, karanlık, sonu ve başlangıcı belli olmayan bir evrendi.
"Ne konuşacağız?" Dudaklarını çok hafif bir şekilde kıpırdatmıştı. Burada konuşulacak bir şey değildi, bir alt kattaki salonu işaret ettim. Gözlerini devirerek merdivenlerden inerek daha önce bir kaç kez girdiğim salona girdim.
Kırmızı koltuklara ilerlediğimizde haftalar sonra ekip bir aradaydı. Karşılıklı koltuklara yerleştiğimizde gözleri etrafta dolanıyordu.
"Viata.." diye söze başladım, kaşları çatılırken öfkeyle bana döndü. Konuşmasına izin vermeden devam ettim.
"Hera onu kandırmış. Senden ayrılmaya zorlamış." Alayla bana baktı, öfkeyle gülerken delirdiğini düşündüm. Bu çiftin ilişkisi asla sağlıklı değildi.
"Öyle mi? O yüzden mi nişanlandı?" Gürlerken bıkkınlıkla ona bakıyordum, dinlemeyi deneyecek miydi? "Nişan falan yok, nişanı geç Viata ortada yok." Omuz silkti. Derin nefes alıp sabır dilendim, ardından Aybar'a döndüm. "Viata'nın yatağının üzerinde duran mektupları getir."
Aybar hızla yerinden fırlarken bir kaç dakika sonra elindeki mektuplarla yanımıza dönmüştü, rastgele elime gelen mektubu açtım, dikkatimi çeken ilk şey Hera'nın mührüydü.
"Bu mektubu okuyorsan Viata bana hemen dönüş yapacaksın. Senin annen olduğum kadar krallığının kraliçesiyim. Benim sözümün dışına çıkma gibi bir hata yapamazsın, zorlayarak yapma niyetinde değilim lakin iyi niyetini suistimal ediyorsun. Bir an önce sarayına dön, nişan hazırlıklarına başladık."
Okuyup mührü ona gösterdim, cevap vermesine izin vermeden başka bir mektup aldım, bunda ise Lâl'in mührü vardı. Altında da "Ateş Krallığı Baş Muhafızı Lâl." Yazıyordu.
"Vârisim, annenize sadık olduğum kadar size de sadık olduğumu belirtmek isterim. Öğrendiğim ve duyduklarım üzerine size şunu söylemek istiyorum. Solyetluna'dan geldiği söylenen bildiri gerçek değil. Anneniz su vârisiyle birlikte olmanızı istemediği için savaş çıkacak yalanını uydurarak sizi kendi tarafına çekip istediği kişi yani muhafız Arel'le nişanlandırma niyetinde. Evinize geldiğimde sizi bulamadım, üsse gittiğinize dair mektup bırakmışsınız. Bir an önce bana ulaşın, saygılar Ateş Krallığı Baş Muhafızı Lâl."
Gerçek olduğunu kanıtlamak adına mührü gösterdim, Pars donuk bir şekilde bana bakıyordu. Mektupları ortadaki masaya bırakıp onun önüne ittirdim. "Lâl, Viata'ya Solyetluna'dan bir bildiri geldiğini söyledi. Bu bildiride eğer siz ayrılmazsanız ateş krallığına saldırı düzenleneceği yazıyormuş. İkinizin birlikte olması tehdit oluşturuyormuş. Viata korkusundan sana söylemek yerine senden uzaklaşmayı tercih ederek ateş sarayına gitti. Annesi onu evlendirmek istediğini söyleyince ise orayı terk etmiş lakin bir kaç hafta önce Lâl onu kontrole gitmiş, o evi sadece o biliyormuş, fakat Viata orada yokmuş. Üsse gideceğine dair bir mektup yazmış." Pars öfkeyle önündeki sehpayı tekmeleyip ayağa kalktı, masadaki bütün mektupları yere fırlatıp ellerini saçlarının arasına daldırıp çekiştirdi. Öfkelenmişti. Onu ikna ettiğime sevinirken bir an önce Viata'yı bulmayı arzu ediyordum.
Başına bir şey gelmiş olabilirdi.
Mühür oydu, her an her şey olabilirdi.
"Viata nerede? Doğan Viata nerede?! Delireceğim, bizden ne istiyorlar! Neden her seferinde beni bu kızdan vuruyorlar, daha ne kadar dibe batacak, daha ne kadar göz yaşı dökecek?! Ona her "ben yanındayım, artık kimse seni üzemez." Dediğimde başına başka bir şey geliyor ve ben yine onu koruyamıyorum!" Ellerini hırçınca etrafa savuruyor, öfkesini dindirmeye, kontrol etmeye çalışıyordu lakin nafileydi. Ona yine ve yine bu kadar fazla haksızlık ettikten sonra pişmanlık yaşıyordu.
"Her şeyin bir kefareti, karşılığı olacak elbet. Yapmamız gereken tek şey Viata'yı bulmak. Muhtemelen dünyada, çünkü gidecek hiç bir yeri yok, aramaya başlayalım."
Ardından kendi kendine sayıkladı.
"Sana kefaret yeminim olsun Viata, yaşadıklarının elbet bir bedeli, kefareti olacak."
O gün Pars'ın Viata'ya kefaret yemini ettiği gündü.
Her şeyin bir karşılığı vardı elbet.
Hayat Viata'dan aldıkça Viata ondan başka bir şey alacaktı.
Lakin bu sefer alan Viata değil, Pars olacaktı.


Bitti...
Viata'nın yine ve yine ortadan kaybolmasına kaç puan?
Mdjcndsn çok vicdanlı olduğum tartışılır.
Bölümleri yazdığım gibi atıyorum, bekleme yapmadan, taslak biriktirmeden (oysa huyum değildir, tek amacım sizi bekletmemek) giderek büyüdüğümüzü hissediyorum ve umarım böyle devam eder.
Desteklerinizi bekliyorum sizi çooooooooook seviyorum başka bölümlerde görüşmek üzere<3

Gecenin Mührü (DÜZENLENİYOR)Donde viven las historias. Descúbrelo ahora