"O çok güzel."

127 16 27
                                    

🧙🏽

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.



🧙🏽


Yunho, binasından çıkarken geri kalan günlerine kıyasla pek eğlenemediği için kendine eğlence arıyordu. Arkadaşlarının çoğu uyuyordu. Bir tek Hongjoong uyanıktı ancak onu da okuduğu kitabından ayırmak mümkün değildi. Wooyoung ve San, beraber geçirdikleri geceden olsa gerek henüz uyanmamışlardı. Yeosang ve Mingi içlerinde garip bir şekilde en uykucuları olduğu için yemek saati tam olarak gelene kadar gözlerine giren güneş ışıklarına meydan okudular. Jongho ise erken uyanırdı her zaman. Ancak yoğun Quidditch antremanlarından yorgun düşen bedeni dinlenmek zorundaydı.

Bu nedenle pek yalnız kalmayan Yunho, sabahın bu erken saatinde bahçeye çıkıyordu. Garipti ki 6 yıllık Hogwarts öğrencilik hayatında bir kere bile sabah bahçeye çıkmamıştı. Sadece öğlen saatlerinde arkadaşlarıyla eğlenceli vakitler geçirmek için çıkarlardı.

Hogwarts'ın bahçesi mükemmeldi. Voldemort yüzünden verilen destansı savaştan sonra eskisinden çok daha güzel olacak şekilde yeniden yaratılmıştı. Ağaçlar, okuldaki sihir enerjisinden olsa gerek daha yeşildi, hatta neredeyse parlıyorlardı. Yasak ormanla okulu ayıran yol rengarenk çiçeklerle döşenmişti. Banklar her yerdeydi. Ancak isteyen otursun diye her renkten puflar bahçeye rastgele serpiştirilmişti.

Bahçede kimse yoktu. Zaten Yunho olmasını da beklemedi. Hava bunun için biraz soğuk, saat ise biraz erkendi.

Etrafı az da olsa ısıtmaya çalışan güneşin tam olarak vurduğu bir noktaya puf çekip oturdu. Asla göremediği sessiz sakin görüntüyü izledi.

Estetik duran ve güzel şeylere kesinlikle zaafı vardı. Yoksa bir insan bu manzaraya bu kadar güzel bakamazdı. Elbette insanların manzaraya bakarken gözleri parlardı ancak Yunho'da bu çok daha farklıydı. Güzel bir şey gördüğü zaman tüm ayrıntıları aklına kazıyana kadar izlemeyi severdi. Hatta bazen odasına çıkıp aklına kazıdığı görüntüyü resmederdi.

Yunho, Seonghwa'yı ilk defa o zaman gördü. Siyah saçlarıyla bir prensi andıran Seonghwa, büyük kapılardan içeriye narince süzüldü. Her zaman ifadesiz olan yüzü bu sefer hüzünlüydü. Çünkü her sabah yalnız olduğu yerde başka birinin olmasını beklemiyordu. Duygularını saklayan ifadesiz maskesini takmamıştı.

Seonghwa o gün Yunho'yu hiç fark etmedi. Belki de fark etseydi şimdi her şey çok daha farklı olurdu. Yavaş adımlarla her zaman oturduğu ağacın altına çömeldi ve odasında dökemediği göz yaşlarını serbest bıraktı. Etrafında insanlar varken ağlamak çok zordu.

Yunho şaşkın gözlerini ondan hiç ayırmadı. Daha önce hiç Park Seonghwa'ya bu kadar dikkatli bakmamıştı. Diğer herkes gibi yok saymıştı onu. Ama şimdi tanrıya yemin edebilirdi ki o gördüğü en güzel manzaraydı.

Ancak bu mükemmel yüz, üzgündü. Yunho kendini onu gülümsetmek isterken buldu önce. Yüzünü gülmekten kızarmışken görmek istedi, hatta utandığında nasıl görüneceğini merak etti. Sonra farkındalık çarptı yüzüne. Seonghwa her zaman heykel gibiydi. Onun daha önce ağladığını görmeyi geçin, üzgün olduğunu gören bile kimse yoktu.

sugar : yunhwaWhere stories live. Discover now