Bölüm 18 -Gökyüzünün Gözyaşları-

14 2 0
                                    

"Yağmurlar yağmıyormuş aslında
bulutların gözyaşları dökülüyormuş."


Anlamıyorsunuz... Anlatmak istediklerimi çarpıtıyorsunuz. Söylediğim bunlar değil yalnız ölüyorum, anlamıyorsunuz. İstediğim intikam değil. Sadece sevgi, istediğim birazcık sevgi. İstediğim bambaşka ama siz anlamıyorsunuz görmezden geliyorsunuz. Söylediklerimi yalanlıyorsunuz sizin kalbiniz yok, duygularınız. Sizin adaletiniz bile sahte.

Kabusların içinden çıkamıyorum, dizimin dibinde uyuyorsun sevgilim. Evimdeyim, yanındayım, parmaklarını saçlarımda hissediyorum. Bu nasıl kabus olabilir sevgilim oysaki hissettiğim masal gibi. Anlamıyorum gidiyorsun, uzaklaşıyorsun benden, neden bu soğukluğun? Bir anda neden? Gitmeni istemiyorum karanlığa düşüyorum hissediyorum dipsiz bir kuyunun dibine çekiliyorum. Sanrılar görüyorum yanımdasın sevgilim. Kalbim yanıyor neden bu denli acıyor? Bana asla zarar vermeyeceğini söylemiştin, en büyük zararı sen verirken. Düşüncelerim arasında boğuluyorum gölgelerden korkuyorum, karanlıktan korkuyorum ve ben hala kahvemi sıcak içmeyi sevemiyorum. Sanki bu zamana ait değilim. Ben bu zamana ayak uyduramıyorum bundan birkaç yıl önce her şey çok güzeldi o zamanlara geri dönmek istiyorum. Huzursuz ama evim diyebileceğim dört duvara, sahtede olsa güldüğüm arkadaşlarıma, aldatılsam da sarıldığım sevgilime. Tüm yalanları geri istiyorum gerçeklerle yaşayamıyorum.

Saçlarımın arasından ilerleyen ter damlalarını hissediyorum hızla nefes alıp veriyorum. Alnımın ıslaklığını hissediyorum göğsüm sıkışıyor. Karanlıktayım çok korkuyorum yorganı biraz bile aralayamıyorum. Sanki korktuğum her şey burada yanan bir evin içinde. Bu kadar neyden korkuyorum. Sesler duyuyorum umarım artık güvendeyimdir. Uzaktan gelen ama evin içinde yankılanan Hasan'ın sesini duyuyorum. Bitti, geçti hepsi bu kadardı başardım ama bilincimi daha fazla açık tutamadım. Saniyeler içinde karanlığa gömüldüm.

Küçük bir kızın çığlıkları kulaklarımda yankılanıyor. Ormanın girişinde beyaz elbiseme bakıyorum etekleri is lekelerine bulanmış. İs lekelerini silmek isteyerek elimi is lekelerinde gezdiriyorum. Kan lekeleri bulaşıyor elbiseme, geriye kaçıyorum ellerime bakıyorum kan lekelerine. Arkamdaki kanlı tabuta sırtımı dönüp önümdeki ağaçlarla kaplı mezarlığa bakıyorum. Gözyaşım yanağımda ilerleyip çenemden yere düşerken elimi iri parmaklar sarıyor. Kokusunu anımsıyorum parmakları saçlarımda geziyor.

Bir tablonun yansımasında sarılıyoruz. Aynı tablonun bir başka sahnesinde ikimizde birbirimize sırtımızı dönmüşüz. Bir fotoğraf karesi sadece lunapark ve atlıkarıncalar.

Fotoğraf rutubet tutmuş, eskimiş bir anı olarak kalmış.

Gözlerimi açtığımda odanın tavanına hissizce baktım. Çalan telefonumun sesiyle yanımdaki sehpaya baktım. Üzerindeki Hasan'ın bırakmış olduğu notu es geçip telefonda yazan isme baktım. Kalbim neden bu kadar acıyor? Önceden günlerce bekleyeceğim aramayı şu an yanıtlamadım bile ne acı. Bildirim sesiyle telefonu alıp mesajı okudum.

Gönderen : Savaş Keskin

Annenin cenazesi yarın sabah ödeştik sanırsam her şey buraya kadardı kendine iyi bak.

Sahiden ödeştik mi sevgilim? Ben sana ne yaptım ki neyin ödeşmesi bu? Ağrıdan sızlayan başıma elimi bastırıp telefonu sehpaya geri bıraktım. Hissettiğim yorgunluk hissi hâlâ yerindeydi gözlerimi kapatıp tekrar uykuya dalmaya çalıştım. Bir yanım uykunun kollarında dans ederken bir yanım ise tekrar kabus görmekten çok korkuyordu.

Gözlerimi açtığımda acıyla her yanımın uyuştuğunu anladım. Yüzümü buruşturarak bedenimi esnettim. Yatakta oturup uykulu halimle halının desenlerini incelediğimde aklımı kurcalayan tek soru vardı. Cenazeler ölenler için mi kalanlar için mi? Ayaklarımı yerde sürükleyerek balkona çıktım. Ankara'nın soğuk ve gri yüzü çoktan kendini göstermişti. Soğuk havayı içime çektiğimde burnumun sızlamasına sebep oldu. İçeri girip kahvaltı için bir şeyler hazırlamaya çalıştım. Yediğim birkaç lokmanın ardından kusma isteği gelsede bastırıp geçmesini bekledim. Mutfağı toparladıktan sonra üzerimi giyinip saçlarımı topladım. Üzerime aldığım ceketin kapüşonunu kapatıp salonda uyuyan Hasan'ın yanına ilerledim. Omzuna birkaç kez dokunduğumda gözlerini araladı. Sinirli ses tonuyla "Ne var?" dediğinde geriye çekildim. Net sesimle "Beni cenaze yerine götür." dedim. Bunu beklemiyormuş gibi kaşlarını çatarak yattığı yerden kalktı. "Emin misin?" dediğinde başımı olumlu anlamda sallamakla yetindim. "Tamam sen arabanın yanında bekle ben üzerimi değiştirip geliyorum." onaylayarak evden çıkıp arabanın yanına ilerledim. Hemen ardımdan açılan demir kapının sesiyle Hasan'a baktım simsiyah giyinmişti tıpkı benim gibi. Bugün hepimiz biraz Ankara kadar gri ve karanlıktık. Arabaya bindiğimizde bir sessizlik ikimizi de esir aldı. Gökyüzüne uzanan ağaçları tek tek geride bırakırken arabanın camına çarpan yağmur damlalarını izledim. Uzun yolun ardından mezarlığın önünde durduğumuzda kimsenin burada olmadığını gördüm. "Herkes nerede?" dedim. Telefonunda mesaj yazarak "Cenaze aracı daha gelmedi biz erken gelmişiz birazdan gelirler." dedi. Cevap vermeden mezarlığın içine doğru ilerledim yağmur damlaları ellerime düşerken başımı gökyüzüne kaldırdım. Bulutlara dokunup neden ağlıyorsunuz? demek istedim. Cenaze arabasının mezarlığa girmesiyle mezar yerinden uzaklaştım bu sahneyi sadece uzaktan izleyecektim. Aslında ben şimdi yalnızdım bu acıyı tek başıma kaldırdığım için. Yalancı yüzleri inceledim. Komşuları, akrabaları, annemin arkadaşlarını... Bir araç daha mezarlığa giriş yaptığında ellerimi ağzıma kapattım. Gözyaşlarım ellerimde yok oldu. Babam ve kardeşlerim el ele indiler. Babam yanlarından ayrılarak cenaze aracına ilerledi dayımlarda ilerlediğinde tabutu omuzlarına alıp mezara ilerlediler. Yağmur hızlandığında artık yalnız ağlamıyordum gökyüzü benimleydi. Dudaklarımı birbirine bastırıp yumruklarımı sıktım tabutu mezarın yanına bırakıp kapağını açtılar beyaz kefene sarılı bedenini çıkardıklarını dizlerim titredi bu kıyamet geceyi asla unutmayacaktım.

Annemin beyaz kefene sarılı bedenini mezara bıraktıklarında göğü parçalamak istercesine bağırdım. "Anne!" koşarak insanları itekleyip mezara ilerledim. Kulaklarıma fısıldamalar geliyor ne kadar hayırsız bir evlat olduğumu söylüyor. Mezarın içine inerek kefene sarılı bedenini göğsüme bastırdım. "Anne uyan evimize gidelim yalvarıyorum." gözyaşlarım sağanak yağmurların arasına karıştı. Kollarımdan tutup çekmeye çalıştıklarında daha sıkı sarıldım. "Anne kimse sevmiyor beni nolur sende bırakma." göğsüme bastırarak fısıldadım. "Anne dizinin dibi evimdi şimdi evsiz bir çocuk olacağım." başımı gökyüzüne kaldırıp bağırdım. "Anne! Evsiz bırakma beni!" yüzünü ayırt edemediğim birisi omuzlarımdan tutup mezardan çekip çıkardığında bağırmaya devam ediyordum. Üzerine attıkları toprakla sanki bir daha hiç ağlayamayacak gibi ağladım boğazımın acısına rağmen tekrar tekrar bağırdım. "Atmayın! Toprak atmayın uyanacak annem." Toprağı ellerimle sıkarak fısıldadım "Uyan anne bırakma beni." art arda atılan toprakla mezarı kapattılar acıyan kalbimle kaldım.

"Annem... Sen, ben ağlarken dizlerine yatırınca cennet gibiydi..." gözlerini kapatmış nefesi düzenliydi. Elim saçından yanağına kaydı. Engel olamadım gözyaşlarım idam fermanını verdi, kanları yanağım boyunca derin çizikler atıp yüreğime ağır bir balyoz vurdu. Sesim titredi parçalara ayrıldı... "Annem... Ben, sen ağlarken dizlerime yatırınca neden cehennem gibi içim acıyor... İçim yanıyor ağlama annem yalvarıyorum ağlama çok yoruldun biliyorum ama ne olur..." başımı geriye atıp gözlerimi kapattım.

Dizlerimde yatsaydın kalbim acıdan geberseydi de toprağa yatmasaydın. Ellerimdeki ve dizlerimdeki çamurlara bakıp ayağa kalktım. Yerler dönüyordu sanki, sanki gökyüzü üzerime devrilmişti. Elimle bir yerlerden destek almak istedim fakat dizlerimin üstüne düştüğümde aslında hiçbir yerin olmadığını fark ettim yalnızdım. Başım geriye düşerken bedenim yerden kaldırdı tanıdık koku burnuma dolduğunda ilk kez nefret ettim. Başımı göğsüne yaslayıp hıçkırarak ağladım fısıldayarak "Sen yaptın." dedim. İnkar etmedi zaten ben de artık inanmazdım. Mezardan uzaklaştığımızda gökyüzüne baktım hâlâ yağan yağmurlar sanki benim gözyaşlarımdı. Başımı yasladığımda göğsünden kaldırarak kaşlarımı çattım "İndir beni." dedim. Ayaklarım yere bastığında dizlerim hâlâ titriyordu. Savaş'ı arkamda bırakıp sarsak adımlarla çıkışa yürüdüm. Mezarlığın çıkışına ulaşıp kaldırıma oturdum cebimden telefonumu çıkartıp Hasan'ı aradım. Kısa bir süre çalışının ardından hemen açmıştı aramayı, "Mezarlığın çıkışındayım al beni." diyerek telefonu kapattım. Hissediyordum gözleri hâlâ bendeydi arkamı dönüp baktığımda tahminimi doğruladım. Gözlerine baktığımda başını önüne eğdi belki de artık suçlu olduğunu anlamıştır ama ne yazık ki, ne geç ve acı. Hızla gelen siyah araba önümde durduğunda yerden destek alarak ayağa kalktım. Arabaya bindiğimde kaşlarını çatmıştı sadece bakıyordu. Hasan sessizliği bozarak "Onun satranç masasında ödeşmiştiniz şu an onun yanına dönmen gerekiyordu bana değil. Bu yüzdendir en acı anını yaşatıp sana yaklaşması ona muhtaç ol istedi. Ama sen oyunun ihtimallerini yıktın bana döndün." dedi.

Belki de hiçbir şey anlamıyordum, belki de her şeyi şimdi anlamıştım.
"Uçuruma sür." dedim.
"Anlamadım." diyerek yanıtladığında.

Tekrar ettim "Uçuruma sür." dedim.

Kibrit Ateşi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin