3

139 19 15
                                    

Π

Kapım vuruldu, ikinci kez, üçüncü kez. Açmadım, yatakta uzanmaya devam ettim. Annem kapıyı kıracak gibi çalıyordu "Mahi aç kapıyı! Kırdırtma bana!" yapardı. Derince bir nefes aldım ve yataktan kalktım. Kapının kilidini çevirdim ve kapı açıldığı an suratımda bir tokat patladı.

"Sen nasıl Mêranî'nin elini vurursun!" Annem kolumdan tutarak içeri nerdeyse fırlattı. Dişlerimi sıktım, bu kadar vahşileşmesi normaldi çünkü oğlunun ölüm kararı alınmıştı. Ama sinirini benden çıkartması normal değildi. Gene de sustum ve yatağıma oturdum. Kendimi savunma gereği bile duymadım, annem ne olursa olsun beni haklı görmeyecekti çünkü.

Sinirle başındaki eşarbı çekti. Burnundan soluyordu resmen. Dün gece amcamgilin yanından ayrılırken Ezham'ın suratına bile bakmamıştım. Utanmıştım ama silah çektiğimden değil, ona silah çekmeme rağmen ağaların yanında arkamda durduğu ve bana destek olduğu için utanmıştım. Herkes biliyordu ki, Zêrevan aşireti benim kararıma karşı gelseydi abimgilin infaz kararı alınamazdı ve çoktan nikah hazırlıklarına başlanırdı.

"Sen delirdin mi! Sen nasıl böyle bir karar alırsın!" kafamı önüme eğdim. O ne derse desin kararım değişmeyecekti. Çenemi sertçe sıktı ve kafamı kaldırdı,
"Senin hiç vicdanın yok mu, seni ben doğurdum ben! Sen nasıl abinin ölmesine göz yumarsın!" diye suratıma bağırdı. Acıdan kaşlarım çatıldı. Annem normalde çok kaba kuvvete baş vuran bir kadın değildi ama ciddi konularda...

"Bana bak Mahi! O evlilik kabul edilecek" tane tane konuşmuş her kelimesine vurgu yapmıştı. Fakat bu vurguların bende hiçbir etkisi yoktu. Kafamı iki yana salladım. Annem çenemi iyice sıktı.
Gözlerindeki sinir bir anda söndü, artık o gözlerde nefret vardı.

Sırf abim nefsine uyup kız kaçırdı diye evlenmemi istiyordular. Hayatımı zindan etmek istemediğim için ise öz annem bana nefretle bakıyordu.

Baba bunları görüyor musun?
Bizi bırakıp gittin, beni bırakıp gittin.
Kızının ruhuna benzin döküyorlar.

Annem çenemi o kadar sert sıkıyordu ki gözlerim doldu, ama onun yaptığını yapmadım. Ona nefretle bakmadım, ona öfkeyle karşılık vermedim. Ne yaparsa yapsın o benim annemdi ve beni doğuran kadın di. Ne kadar öfkelensem de içimdeki anne sevgisini durduramam çünkü bu insanların fıtratında olan bir şeydi. Bu gün annene senin cenazene bile gelmem, desen bile yarın ölünce hüngür hüngür ağlarsın.

Gözlerindeki nefret kalbime ilmek ilmek işlenirken "Öyle mi?" dedi. Konu benim hayatım olunca işte orda, annem benden ne kadar nefret ederse etsin umurumda olmazdı. Kafamı aşağı yukarı salladım. Çenemi nerdeyse iterek bıraktı.
"Sen bu evliliği kabul edene kadar bu odadan çıkmayacaksın. Telefon da yok" bu son sözü oldu. Yatağın üstündeki telefonumu aldı. Suratıma son kez sert bir ifadeyle bakıp kapının üstünde ki anahtarı aldı ve çıktı. Arkadan kapıyı kapatıp kilitledi ve ayak sesleri uzaklaştı.

"Kızını o kadar tanımıyorsun ki anne. Yedek anahtar ve telefon barındırdığını bile bilmiyorsun" umutsuzca kafamı iki yana salladım. Yirminci yüzyılda yaşıyorduk ve ben salak değildim. Böyle durumlar başıma daha önce çokça geldiği için hem anahtar hem de yeni telefon almıştım.  İç çamaşırlarımın içinden telefonu aldım ve klimayı açarak yatağa oturdum.

Mardin'in Ak GülüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin