12

12 0 0
                                    

    Sabah olduğunda Yosef Hana'yı da yanına alarak Yursta'ya gitmişti. Biz gitmeden önce Elaine ile konuşacakları olduğunu söylediğinde Hana'yı da götürmesini söylemiştim. Hana'yı görevinden attığımı öğrenince şaşırmıştı. Nedenini sorduğunda yakında öğreneceğini söylemiştim.
   Şimdiyse Dhanell ile beraber ne giyeceğimizi düşünüyorduk. O yeşil bir şeyler giymişti ama toprak tonlarında mı giymesi gerektiğine karar verememiş bana sormaya gelmişti. Elindeki kahverengi uzun gömleği ve daha koyu tonda olan pantolonu bana tutarak "Sence hangisini giymeliyim?" Dedi. Biraz düşünüp "Bence kahverengi olanı giymelisin. Bende kahverengi giyeceğim ama hangi elbiseyi giysem karar veremedim." Dedim. Yatağa doğru yürüyüp elimi dolaba çevirip hareket ettirdim. Bütün kahverengi elbiseler dolaptan teker teker çıkıp yatağın önünde durdular. Ben hangisini giysem diye düşünürken Dhanell gözüme kestirdiğim elbiseyi tutup "Bu çok hoş gözüküyor bunu giymelisin." Dedi. O sırada o banyoda üzerini değiştirip gelmişti. Bende o elbiseyi alıp banyoya geçtim ve giyindim. Bir kaç büyü fısıldayıp Dha ve benim görünüşümü değiştirdim. Onun kahverengi saçları dalgalıydı benimki gibi. Ancak benim ki orta boydayken onunki kısaydı. İkimizin kafasında taçlarımız belirdiğinde "Sonunda hazırlanabildik." Dedim. Elaine Michangy'deki gibi bir tören hazırlamıştır oradan geçerken bize orman kurtları eşlik edecek." Dedim ardından kurtlar yanımızda belirdi. Dişi kurt yanıma gelip kafasını bedenime sürttü erkek olansa Dha'nın yanında durdu. Dha'nın büyüsü ile ihtişamlı bir geçit açıldığında yan yana geçtik. Kurt solumda Dha ise sağımdaydı onunda sağındaysa diğer kurt vardı. Hep beraber geçitten geçecekken Dhanell'in elini tuttum. Bir anda kafamda bir tıslama sesi duydum. Sesin gerçekliğini sorgularken elini bırakıp öyle devam ettim. Yüzümde anlamsız bir gülümseme oluşmuştu.
    Geçitten geçtiğimizde yüksek ses etrafımızı sardı. Ah Yursta'm benim vahşi krallığım. Burası diğer yerler gibi değildi. Etrafımızda ki kalabalığa bakarken kocaman gülümsedim. Kendilerine has kıyafetlerini giymişlerdi. Yüzlerini kırmızı, kahverengi, ve yeşil renge boyamışlardı. Ellerinde ki çalgılarla bağırarak dans ediyorlardı. Bizi gördükleri gibi hepsi aynı şarkıyı söylemeye başladı. Sözleriyle gözlerim doldu.

Yıllar geçsede geri döner,
O bize biz ona aitiz.
Dayanır bütün zorluklara,
O bize biz ona aitiz.
Gücüyle bizi çepeçevre sarar,
O bize biz ona aitiz.
Korur bizi yokluğunda bile,
O bize biz ona aitiz.

    Gözümden toprağa bir damla yaş düştü. Düşen yerden bir ağaç filizlendi.
   Etrafımı saran çocuklarla gülümsedim. Ellerimi kaldırarak havada bir kaç tur döndürdüm. Çocuklar hayran hayran havada toplanan pembe bulutlara bakıyordu. Bulutlardan kollar uzandı ve her birini yakalayıp gıdıklamaya başladı. Çocukların kahkahaları kulaklarıma doluşurken mutlulukla bende kahkaha attım. Kafamı çocuklardan kaldırıp etrafı bakındım. Yosef'le göz geldiğimde gülerek zihnimden konuştum. "Özür dilerim." Ve parmağımı şıklattım. Ortada beliren Yosef'in içerisine dünyadan bir sürü atıştırmalık doldurduğu bavulun aynısına baktım. Yosef hayret dolu bakışlarla bakarken bavulu açmıştım bile. İçerisindeki her bir çikolatayı çocuklara dağıttığımda onunda yüzünün güldüğünü gördüm. Aslında sadece şaka yapıyordum bavulunun bir kopyasını getirtmiştim. Çocuklardan ayrıldığımda sarayıma yürüdüm yavaş yavaş. Burada ki insanlar fakirlik ne bilmezlerdi. Kendileri eker, kendileri biçer, kendileri yakalar bir şekilde yemeklerini çıkartırlardı. Michangy'de aynı şekildeydi. Ama Oregon öyle değildi. Verimsiz topraklardı, güneş yoktu. Pek bir imkanları yoktu. Sadece dışarıdan gelen yiyecekleri kullanabiliyorlardı. Bazı yolsuzluklardan dolayı halkta eşitlik olmuyordu. Ama yeni yöneticinin buna izin vermeyeceğini biliyordum. Topraktan bereket istedim, buradaki insanlara bu şekilde yardımım dokunurdu ancak. Saraya ilerledi adımlarım. Kapılar açıldığında cennet bahçeme geldiğimi hatırladım. Burası saraydan çok bahçe gibiydi. Devasa sarmaşıkların sardığı saray büyük olsa da diğerleri gibi değildi. Ama bahçesiyle beraber kapladığı alan hiçbir sarayda yoktu. İlerideki gizli bahçeye adımlarken ardımdan Yosef, Elaine ve Dhanell geliyordu. Kurtlar bahçede özgürce dolaşmaya başlamıştı. İlerledikçe ortaya çıkan güzellikler insanı büyülüyordu. On dakikalık bir yürüyüşün ardından yeşilliklerle kaplanmış masaya oturduk.
    Bir kaç saat uzun uzun sohbet etmiştik. Biz dördümüz çocukluk arkadaşıydık. Dhanell ve ben bir gün aynı köyden farklı insanların evlerine bırakılmışız. Benim bırakıldığım ailenin bir kızları vardı ve o da karşımda oturan Elaine'ydı. Yosef'te bizimle aynı mahalledeydi. O zamanlar böyle gelişmiş yerler değildi burası. Sonradan güçlerimizi gören halkın ileri gelenleri sayesinde başa çıkmıştık ve bu halkın gelişmesini sağlamıştık. Çok uzun yıllardır buradaydık. Ve konuşulacak çok şey vardı.
    Akşam yemeğinden sonra odama çekilmiştim. Gece yarısı olduğunda odama kimsenin girememesi için büyü yaptım. Plitvice'a açılan küçük bir geçit açıp hızlıca diğer tarafa geçtim. Girdiğim devasa kütüphane ile gülümsedim. Seri adımlarımda kütüphanenin en ücra köşesine ilerledim. Yıllardır yerinden oynamadığı belli olan sandalyeye oturdum. Masadaki oyuğa yerleştirdim elimi. Ritmik şekilde vurdum bir,üç,bir,bir,üç bir anlamı yoktu rastgele koymuştum bunu. Varlığımın yavaş yavaş bu odadan silindiğini hissettim.
Gözlerimin önündeki Kadim Kütühane'ye gülümsedim. Geçidi ben oluşturmuştum. Çünkü kütüphaneye doğrudan geçiş yoktu. Rastgele bir insanda zaten oraya oturmazdı, otursa dahi o geçidi ben dışında kimse kullanamazdı. Kütüphane daire şeklindeydi ve yukarıya doğru uzanıyordu. Aşağıda ise tüneller vardı. Hiç düşünmeden yedinci tünele yürüdüm. Tünel kapısı beni dışarı atmak için uğraşsa da beceremedi. Tünelin sonunda ki açıklığa ulaştığımda ortasında ki su birikintisine yöneldim. Eğilip suya dokunduğumda içinden dışarı bir su perisi fırladı. "Jusu seni gördüğüme çok sevindim." "Beni hatılaman ne güzel Kraliçe." "Seni hiç unutmadım ki Jusu. Her şeyi hatırlıyorum." Dediğimde hızla üzerime uçtu. Sarılıp omuzumda zıplama başladı. "Kraliçem, gerçekten mi? Gerçekten hatırlıyor musunuz? Sonunda hatırladınız, ne kadar süre beklediğimi saymayı bile bıraktım." Dedi sevinçle zıplarken. "O gizemli konuşmalar için teşekkürler Jusu." "Orada boyut açmak için ne kadar uğraştım bilemezsiniz." "O kadar üstü kapalı konuşmasaydın belki daha erken burada olacaktım." "Zihninize zarar vermek istemedim. Nede olsa insan bedenindeydiniz." Dediğinde hak vererek kafa salladım. "Şimdi ne yapmamız gerek kraliçem?" Dedi. "Öncelikle Jusu şunu bilmelisin ki çok az vaktimiz var. Şimdi sana anlatacağım büyü ile ilgili bir kitap var burada. Bana onu getirmen gerek." "Tabi ki." Dediğinde konuşmaya başladım "Yedi Kadim Kilit Yedi Kadim Büyü. Belki adı da budur tam hatırlamıyorum." Dediğimde Jusu "Benimle gelin kraliçem." Diyerek giriş salonuna doğru uçmaya başladı. Salonun ortasında durduğunda konuşmaya başladı. Yavaşça yukarı yükseliyordu. "Yedi kadim kilit yedi kadim kitap. Göster kendini koruyucuna." En yukarıdan bir kitap hızlıca yere indiğinde yaklaşarak kitabı açtım. O sırada Jusu yanıma gelmişti. "Tam olarak ne arıyoruz kraliçem." Diyen Jusu'ya cevap verdim. "Büyünün nasıl yapılacağını biliyorum benim yedi ayini nerede yapacağımı öğrenmeye ihtiyacım var." Dedim. Hızla çevirdiğim sayfaların birinde durup hızlıca okumaya başladım.
Kitabı yere fırlatıp sinirle bağırdığımda Jusu ne olduğunu sordu. "Bu kitapta yazmıyor sadece yedi tane, her birinin bilinci olan boyutlarda yapıldığını söylüyor. Benim bunları sıralamalarına kadar öğrenmemem gerek Jusu. Çok az zaman kaldı. Yapamama ihtimalim var ve bundan delicesine korkuyorum. Her açtığım kapının ardından bir sürü kapı çıktı her birini denemem gerekti şimdiyse buraya kadar gelmişken yine de... kaybetme düşüncesine katlanamıyorum." Dedim. "Sakin ol. Her şeyi halledeceğiz. Bir kaç kitap değil mi? Ben bulacağım." Dedi. Hızlıca yukarı çıkıp kitapların etrafında döndü. Üç tane kitabı kaptığı gibi aşağı indi. İlk kitabı açıp sayfaları hızlıca çevirdi. "O kadar uzun zamandır buradayım ki çoğu kitabı okudum." Dedi. Açtığı sayfayla kitabı önüme itti. Okumaya başladım.
    Evrende kendi bilincine sahip olan bir çok gezegen vardır. Ancak sadece yedi boyut vardır.
    O sırada Jusu bir diğer kitabı karıştırıyordu. Onda da istediği sayfayı açıp önüme koydu. Sayfaya 'Yedi Boyut' diye başlık atılmıştı.
    Çoğu boyutun aksine bilinci olan yedi tane boyut vardır. Bunlar Island, Yoxaqe, Missha, Kland, Yewta, Ajhor, İglam boyutlarıdır.
    Sırada bekleyen diğer kitabı aldım elime.
    Yedi kadim kilit yedi kadim büyü efsanesi. Yedi boyutta gerçekleşir. Yedi ayrı yerde. Bu yerler evrenden önce tanrılar tarafından işaretlenmiş yedi yerdir. En zayıf bilince sahip olan Yoxaqe'den başlar. Sırası ile Missha, Kland, Yewta, Island, İglam, ve en güçlüleri olan Ajhor'da gerçekleşir.
    Yazıyı okuduğum gibi yerimden fırlamıştım. Jusu'ya sarılarak "Çok teşekkür ederim sen olmasan çok daha fazla geç kalırdım." Dediğimde "Bana değil kendine teşekkür et her şeyden önce beni buraya koymayı sen düşündün." Dediğinde gülümsedim. "Şimdi gitmem gerek. Sonra tekrar geleceğim. Görüşürüz." Deyip el salladım. Ve kütüphaneden beni Yursta'da ki odama götürmesini istedim. Odaya girdiğim de hemen saate baktım o sırada arkamdan duyduğum ses ile olduğum yerde kaldım. İyi de ben odaya kimse girmesin diye büyü yapmıştım.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Aug 23, 2022 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

Gökyüzünün YüzüWhere stories live. Discover now