hope

476 65 70
                                    

zilini çaldığım kapının önünde bekliyordum. sırt çantam omuzlarımda asılıydı. sonunda kapıyı uzun kahverengi saçlı tek gözü bir bandaj ile kapatılmış diğer gözü de kazuha ile aynı renk olan bir kadın açtı. "sen scara olmalısın, hadi içeri gel." dedi tok sesiyle.

sevecen bir gülümsemesi vardı, güçlü görünen kolları sporcu olabileceğini düşündürtmüştü. içeri adımlarken evde gezdirdim gözlerimi. kendi evimden daha sıcak görünmüştü. "adım beidou, kazuha'nın ablasıyım." dediğine karşılık başımı hafif eğdim. "memnun oldum."

nezaket sözleriyle pek aram yoktu ama ev çok huzurluydu, kolay kolay kötü bir ruh haline bürünebileceğimi sanmıyordum. biraz sonra üst kattan kazuha'nın sesi duyuldu. "beidou, havluları bulamıyorum!"

beidou hafif yüzünü buruşturdu. "yerlerini değiştirdiğimi söylemeyi unuttum. dolapların altındaki çekmeceye koydum!"

aralarında geçen diyalog bana bizim evi düşündürtmüştü. ya kimse konuşmazdı ya yae ve ei yeni bir şeyler deniyor olurdu ya da ben yae ile kavga ediyor olurdum. gündelik konuşmalardan bile geriye pek bir şey kalmamıştı. zaten evde de pek vakit geçirmezdim.

"buldum!" dedi sonunda kazuha'nın sesi. biraz sonra rahat, sade kıyafetlerle, kafasında bir havlu ile merdivenlerin başında belirdi. beni gördüğünde hafif gülümsedi. "geldin mi? hadi odama çıkalım."

"bekle aç değilsin değil mi?" beidou tek gözünü merakla üzerimde gezdirdi. başımı iki yana salladım. "hayır, iyiyim." sonra elimi enseme atıp ekledim. "teşekkürler."

sonunda kazuha bileğimden tutup beni merdivenlere doğru çekmeye başladı. "biz gidelim." dedi. beidou'nun arkamızdan "iyi eğlenceler." dediğini duymuştum. ders çalışırken nasıl eğlenildiği konusunda bir fikrim yoktu.

"ablan hep böyle enerjik mi?" kazuha yönelttiğim soruyla gülümsedi. "o öyle olmasa çoğu şeyi aşamazdım."

aldığım cevapla dudaklarımı birbirine bastırdım. herkesin kendine göre dertleri vardı. kazuha'nın en yakın arkadaşı geçtiğimiz sene canına kıymıştı. bunun hakkında saygısızca ileri geri konuşmuştum. kazuha'yı yıprattığının farkındaydım herkes gibi. ama ablası içinde olduğu ruh halinden kurtulması için kazuha'ya elinden geldiğinin fazlasını vermiş gibi görünüyordu.

sonunda odasına girdiğimizde çantamı köşeye bırakıp gözlerimi içeride gezdirdim. kocaman bir kitaplık, köşede bir gitar ve yan tarafta tomo ile fotoğrafları vardı. yatağın üzerinde duran beyaz-gri tüylü kediyle kısa bir bakışma yaşadım. sonrasında kedi yatağından inip kazuha'nın ayaklarına dolandı. kazuha kediyi nazikçe okşayıp kucağına aldı. "adı bulut." dediğinde kaşlarımı kaldırdım. "çok yaratıcı."

omuz silkti. "pamuk da olabilirdi." kediyi gitmesi için yere bıraktı. kapıdan çıkarken kedinin bana kızgın baktığına yemin edebilirdim. "ben ödevin bir kısmını hallettim ama bir de sen bak." çalışma masasının önüne önceden çekilmiş yemek masası sandalyesi takılmıştı gözüme. bu odanın daha yeni toplandığına emindim ama kanıtlayamazdım.

sandalyeyi çekip oturdum ve gözlerimi ödevde gezdirdim. kazuha'nın gerçekten inci gibi bir yazısı vardı. "iyi görünüyor." dedim sakince. o da kendi sandalyesine oturmuştu. yeni duş aldığından duş jelinin kokusu bu mesafeden burnuma vuruyordu. sanki, taze elma gibi kokuyordu."bayağı uzun bir kaynakçası var."

"çok güzel." dedim başımı ona çevirip. kızıl gözleriyle yüzüme bakmıştı. ıslak saç tutamları gözlerinin önüne düşmüştü. "hm?" bana sorarcasına baktığında genzimi temizledim. "kaynakçaya dikkat etmen çok güzel olmuş."

kaşlarını kaldırıp indirdi ve kalemliğinden bir kalem alıp bana uzattı. "evet, şimdi gelelim çalışmaya." kendisi de bir kalem aldı ve sayfalarca sürecek bir sunum hazırlamaya koyulduk. sonunda ara vermeye karar verdiğimizde koca iki saati geçirmiştik.

who can be loved in this world? [kazuscara]Where stories live. Discover now