crush

496 51 111
                                    

kendimi şarkılar söyleyip kazuha'nın evine doğru kaykay sürerken bulmuştum. bunu bir ekrandan izliyor olsaydım utançtan kendimi gömerdim. kazuha kısa sürede benim için çok şey ifade eder olmuştu. sonunda evine geldiğimde kaykayımı elime alıp zili çaldım. heyecanlanmıştım, kazuha'yı görünce nasıl bir tepki vermem gerektiğini düşünüyordum. gören de aylarca görüşmedik sanırdı ama onu özlemekten kendimi alamıyordum.

sonunda kapı açıldığında karşımda o duruyordu. fazla bırakmamıştı beni düşüncelerime. bana gülümsediğinde kapıya yaslanmıştım. saçlarını biraz yukarıdan küçük bir topuz yapmıştı. aksi tutamları yine de gözlerinin önüne düşüyordu. burnundaki hızmayı fark edince kaşlarımı kaldırmıştım. ince yapılı burnuna çok yakışmıştı. rahat görünümlü bir kolsuz tişört giymişti. o an hiç fark etmemiş olsam da gayet formda bir vücudu olduğunu görmüştüm. özlediğim için mi öyle geliyordu, yoksa erkek arkadaşım son hatırladığımdan daha mı seksi görünüyordu?

ben de ona gülümsediğimde beni kollarımdan tutup içeri çekmiş ve kapıyı kapatmıştı. kaykayımı yan tarafa yasladığımda başımdaki bereyi çıkardı. kulaklarıma değen parmakları çok ılıktı. dışarısı soğuktu ama evin sıcağı yüzüme çarpıp beni mayıştırmıştı. ona baktığımda montumun fermuarı ile uğraştığını görmüştüm. salak gibi sırıtmam normal miydi?

"kazuha." dedim ellerini tutup. "beidou evde yok mu?" başını kaldırıp yüzüme baktığında yanaklarının hafif pembeleştiğini gördüm. tatlı bir telaşla konuşmaya başladı. "ondan değil, montunu almak istemiştim." yüzünü tuttu ve kulağıma ninni gibi gelen bir kıkırtı saldı. "of gerçekten-"

"yani beidou evde yok." elimi gözlerini perdelediği parmaklarına doğru uzatıp kenara çektikten sonra mırıldanmıştım. gözlerimiz buluştuğunda ne yapacağına karar vermesi iki saniye almıştı. parmaklarını benimkilerin arasından geçirip beni kapıya doğru yasladığında nefesim kesilivermişti. dudaklarımız buluştuğunda onu ne kadar özlediğimi bir kere daha hissetmiştim. bu seferki öpücüğümüz biraz daha farklıydı. sanki ikimiz de kavruluyorduk. parmaklarımı uzatıp yanağını okşadığımda üst dudağımı emerek ayrıldı dudaklarımdan. çeneme ve yanağıma doğru bir iki minik öpücük bıraktığında elimi kurtarıp boynuna sarıldım. yüzümü boynuna gömmüştüm, elma kokuyordu. favori meyvemi elma yapmaya niyetli gibiydi. "seni özledim."

mırıldandığımda o da bana sıkıca sarılmıştı. dudaklarını kulağımda hissettiğimde hafifçe güldüm. "ben de." fısıldadığında bir an içimin eriyip döküleceğini sanmıştım. sanki o benim için vardı ve ben onun içindim.

beni yerden havalandırdığında biraz boşluğuma gelmişti. "kazuha?" kaşlarım hafif çatılırken kızdığımdan mı, utandığımdan mı, belirsiz, kızarmıştım. beni öyle istediği gibi indirip kaldıramazdı. hem aramızda cüsse farkı yoktu. "beni uzun süre taşıyamazsın." beni zıplatıp yukarı çıkardığında omzuna tutunmuştum. gözlerim irilmişti. "hey!"

gözlerimi aşağıya çevirdiğimde bakışları nefesimi kesmişti, yıllanmış şarap kadar yoğun ve kızıl gözleri arzuyla kavrulmuştu. bütün vücudumun yandığını hissediyordum. "hey..." dedi o da hafif bir mırıltıyla. onu da benim gibi al basmıştı. bana gülümsediğinde ciğerlerim artık göğüs kafesime sığmıyordu. "o halde beni özel bir yere taşımalısın." alçak bir tonda mırıldandığımda güldüğünü duydum. nasıl bu kadar güzel gülebiliyordu?

"aksini düşünmek hata olurdu." alınlarımızı yasladığımda merdivenleri çıkmayı başladı. zorlanıyor gibi durmuyordu, ben o kadar hafif miydim ki?

"yüzündeki şu ifade..." dedi gözlerimin içine bakıp. "şaşırıyorsun ve bu çok tatlı."

parmaklarımı saçlarına daldırıp katlı kesilmiş tutamlarını geriye ittim. "bana bunu başka biri dese onu keserdim." hafifçe güldüğünü duyduğunda gülümsemiştim.

who can be loved in this world? [kazuscara]Where stories live. Discover now