advice

268 42 3
                                    

odamın tavanını kaplamış sigara dumanı bulutuyla bakışıyordum. tek seferde hiç bu kadar içmemiştim. genzim yanıyordu ama şu an kıyamet kopuyor deseler "ha öyle mi?" diyebilirdim ve dolayısıyla bunu da umursamıyordum.

son zamanlarda genelde evdeydim. okulun çoğu bay zhongli'nin gezisine gitmişti ve boş sınıfa gitmek cazip gelmiyordu. telefonumda cevap vermediğim birçok mesaj, açmadığım aramalar ve bakmadığım sosyal medya hesapları vardı.

yüzümü ovdum ve yan dönüp yatağımda kıvrıldım. "beni sonsuza dek mutlu edemezdi zaten." dudaklarımdan dökülen sözler, bir kabullenmişliği çağrıştırmalıydı. ama bundan uzaktı, aklımın her yanını kaplamış biri söz konusuydu. küçük ve savunmasız hissediyordum.

kazuha'yla işler iyi gitmiyordu. bana gizli bir anlaşma yapmışçasına soğuk davranmaya başlamıştı. sanki ince bir tül çekilmişti aramıza. diğer tarafta ne olduğunu biliyordum ama niyeyse yüreğimi dağladığını bile bile kabul ediyordum anlaşmayı. ya da en azından onun öyle düşünmesini istiyordum. 

sigaramı dudaklarıma götürüp biraz daha yaktım ciğerlerimi, dilimde gittikçe daha nahoş gelen bir tat vardı. sigara başımı döndürüyordu ama uzandığımdan o da umrum dahili değildi. gerçi uzanmasam olur muydu ki?

huzur (!) içerisindeki sessizliği bozan şey kapımın tıklanış sesiydi, toktu ahşaptan çıkan ses. sık duyduğum söylenemezdi. anlam vermeye çalışan ifadem kapının ardındaki kişiyi düşününce bıkkın bir hâl almıştı. "ne var?" diye sordum huysuz huysuz. hiç miko'yla uğraşacak halim yoktu.

"içeri geliyorum." sesi duyduktan sonra keşke kapıyı kilitlemiş olsaydım diye düşünmüştüm. ama bu saatten sonra kimseye itiraz etmenin bir manası olmadığını biliyordum. yae kapıyı açıp içeri girdiğinde, tavandaki dumana bakmış suratını buruşturup direkt camlara yönelmişti. içeri akın eden soğuk rüzgarlar vücudumu titrettiğinde yüzümü buruşturdum. "ne işin var odamda?" bir noktada yae miko'yla konuşacak dermanım olmasa da, miko'nun odama girmesi büyük bir olay sayılırdı.

"odandan her yere yayılıyor bu iğrenç koku." kollarını kavuşturup söylediği şeyle bacaklarımı biraz daha çektim kendime. evet tabi, neden benimle alakalı olsundu ki? ne istediğimi anlayamadığım bir süreç sonrası tek dileğimin köşemde yalnız bırakılmak olduğunu hissetmiştim.

bana yanaştığını bile fark edemeden sigaramı parmaklarım arasından çektiğinde kaşlarımı çattım. "bana karışmayı kessen?"

"bunu ei istedi." yan tarafta duran paketi de aldığında burnumu çektim. içeri dolan buz gibi hava, mukus salgılarımı tetiklemişti. gözlerimi yummuştum, yae'ye bakacak kadar bile halim yoktu. sadece hiç kimseyle iletişim kurmak istemiyordum. bu dumanda boğulabilir miydim ki? sigara paketini alması bile benim için sorun değildi o an. sadece beni bana bıraksın, yeterdi.

"o şirin çocukla mı kavga ettin?" sorduğu soruyla duraksamıştım. kafamı kaldırıp ona dik dik baktım. kazuha'yı nereden bildiği konusunda bir fikrim yoktu ama yae etrafının farkında biriydi annemin aksine. bu yüzden sorgulamadım. "bunu neden merak ediyorsun?"

miko yatağımın ucuna oturdu, parmakları arasında duran paketi bir süre çevirdi ve sonunda içinden bir sigara aldı. gözleri önüne bakıyordu. sigarayı dudakları arasına yerleştirip bana çakmak için elini uzattı. bir süre eline baktım. dudağımın seğirdiğini hissederken elimi komodinin üzerine uzatmıştım, çakmağı tutup fırlattığımda 'beni deneme' der gibi bir refleksle yakalayıp sigarasını yakmıştı. derince bir nefes çekti içine. sanki siyah beyaz bir film sahnesini yeniden çekiyordu. bu dudağımdaki seğirmeye iyi gelmemişti. konuştuğunda duman, dudaklarının arasından sızıyordu.

"sandığın kadar gaddar değilim." pakete uzandığımda benden uzaklaştırıp cebine atmıştı. yae miko'nun sigaralarımı son derece dramatik bir şekilde içip kalanını ceplemesini sanırım kaldırabilirdim. o an kaldıramayacağım başka şeyler vardı.

"ei'den uyarı alan sensin ben değil." sesli bir nefes bırakıp yüzümü ovuşturdum. ve elimi cansız bir et parçası gibi yatağa bıraktım. "demek o kadar kötü ha?" söylediğiyle gözlerimi yumdum. o harika günün o şekilde sonlanmış olmasını kaldıramıyordum. dokunuşları düşündükçe hissedebiliyordum. sanki tenimin altında bir başka ten vardı da kazuha oraya dokunmuştu. parmaklarının ve dudaklarının izleri taptezeydi.

"kavga etmedik." boğuk bir sesle konuştum, koyu renk saçlarım yüzümü perdeliyordu. yae miko'nun ne düşüneceğini umursayacak lükse sahip değildim.

"mükemmel ilişkiye inanıyor musun?"

sorduğu soruyla yüzümü ona dönüp gözlerimi kıstım. "ha?" sigarasından bir nefes çekip havaya üfledi. gözlerinde favori bluzuna yağ sıçramış, yemeyi planladığı tatlı çoktan mideye indirilmiş, çayına atılan şeker sayısı hoşuna gitmemiş gibi bir ifade vardı. "az önce annen ile kavga ettim."

menekşe tonundaki gözlerini bana çevirip omuz silkti kaygısızca. sanki onun da benim ne düşündüğümü umursama lüksü yoktu. annemle ne konuda ne ciddiyette tartışmış olabilecekleri konusunda bir fikrim yoktu. ama benimle alakalı olduğuna dair bir his vardı içimde. sanırım şu an pek de umursamıyordum. "sen de dene." dedi miko. "kavga etmek zorunda değilsin ama içinde bir şey tutmanın bir anlamı yok."

kırk yıl düşünsem yae'nin bana ilişki tavsiyesi vereceği aklıma gelmezdi. yüzümde defterimin yarısını kaplayan ve bolca harf içeren bir matematik problemine bakıyormuşum gibi bir ifade vardı. yae miko sonunda sigara izmaritini başımın yan tarafında, komodinimin üzerindeki  kül tablasına bastırdı. eğilirken bana bakıp mırıldandı. "ha bir de..." gözlerimin içine içine giren bakışları, korkunç bir gülümsemeyle kombine olmuştu. "gardenyama bir daha izmarit atarsan evde sigara paketi gördüğüm anda yakarım."

who can be loved in this world? [kazuscara]Where stories live. Discover now