BÖLÜM 51: "SANA KUL KÖLE"

15.2K 643 239
                                    

Yanayım yanayım, ateşlerde yanayım.

Kemiklerim kırılmak istercesine ağrıyordu. Boğazım yutkunmama dahi izin vermiyordu, sanırım geberiyordum. Sırtımdaki dehşet acı yüzünden ağlamak istiyordum. Yatakta güçlükle dönmeye çalıştığım her an yüzüm şiddetle buruşuyordu. Ancak beni kötü hissettiren şeyler bambaşkaydı, bunların yanında daha büyük nedenler olarak kalıyordu, aldırmamaya çalışıyordum.

Başımdaki keskin sancı ile daha çok gömüldüm yastığa. Zaten halim yoktu hiçbir şeye.

"Yaz günü nasıl hasta oluyorsun anlamıyorum." hepsi o it herifin yüzünden, onun yüzünden hasta olmuştum.

"Ata kemiklerim ağrıyor." ağlamaklı sesim ile yanıma oturduğunda buz gibi ellerini alnıma dokundurdu. Ateşimi güç bela düşürmüştü. O gün, iki gün önce Cesur beni bırakıp gittiğinde ıslak kıyafetlerim ile açık camın önünde uyuyakalmıştım, sabah ateşler içerisinde kalmış bir halde bulmuştu Ata beni. O zamandan beri ateşimi zor dindirmişti, aldığı ilaçlar ile ağrılarımı kesmeye çalışıyordu ancak nafileydi. Yapabildiğim tek şey yorganı boğazıma kadar çekerek öksürüklerim arasında boğulmaktı.

Gitmişti. Nerede olduğunu bilmiyordum, öylece eşyalarını alıp çekip gitmişti. Ne aramıştım ne de bir tane mesaj atmıştım. Ona karşı dinmeyen kırgınlığım vardı, geçeceğini de düşünmüyordum.

"Geçecek bir tanem, şu çorbanı iç hadi." elindeki tepsiyi komodinin üzerine bıraktığında eliyle beni destekleyerek oturur hale gelmemi sağladı. Başımı tutacak halim yoktu, gözlerimi dahi zorlukla aralıyordum.

"İyileştir beni, bir şeyler yap." tepsiyi kucağına alarak kaynar çorbadan bir kaşık aldığında kaşığı dudaklarıma yasladı, başımı hızla geriye çektim. Çok sıcaktı. "Üflesene." dedim ağlar gibi. Hasta olunca çekilmiyordum.

Doldurduğu kaşığa birkaç kez üflediğinde içmemi sağladı, çorba yaka yaka boğazımdan kaydığında oradaki doluluk yüzünden midem alt üst oluyordu.

"Ata istemiyorum." bir kaşık yetmişti.

"Ahu aç ağzını, bu çorba bitecek." başımı geriye düşürdüm, bana usanmış bir halde baktığımda ciğerlerimden gelen şiddetli öksürük ile elimdeki peçeteyi dudaklarıma yasladığımda kaşığı kasenin içerisine bırakarak ılık suyu içmemi sağladı. Bana bebek gibi bakıyordu, her isyanımda söylenmeden sabırla yanı başımda duruyordu. Dünden beri her saat başı ateşimi kontrol ediyordu.

"Tamam." dedim bardağı geriye çekerek, kaşığa yeniden çorba doldurduğunda bir kez daha üfleyerek içirdi, bu sefer daha iyi gelmişti ancak içmek istemiyordum.

"Sorarsam cevap verecek misin?" başımı iki yana salladığımda sanırım beynimde yerinden sallanmıştı, bu nasıl bir ağrıydı böyle.

"Sakın onun hakkında tek kelime etme." adını duymak istemiyordum, çok, çok fazla kırgındım ve bir özür dahi beklemiyordum. Sadece uzak durmak istiyordum, bu sevgi bir tek bana kaldığında dahi bu denli zarar veriyorsa onun bilmesine gerek yoktu.

"Peki, sen nasıl istersen." bir kaşık daha tavuk çorbasından içirdi, midemdeki doluluk hissiyatı her geçen saniye artmaya başladığında dudaklarımı birbirine bastırarak yutkundum.

"Yetmez mi?" itirazımı dinlemedi, konuştuğum o boşlukta bir kaşık daha içirdiğinde göz bebeklerimdeki doluluk yüzünden onu bulanık görüyordum. Sürekli ağlamak istiyordum, sırtımda çok ağrıyordu zaten.

DİLRUBÂWhere stories live. Discover now