BÖLÜM 107: "ÇİÇEK BAHÇESİ"

10.2K 464 199
                                    

Yapraklarına kırağı düşmüş bahar çiçekleri.

Dizlerimi kendime çekmiş, kollarımı etrafına sararak yanağımı diz kapağıma yaslamıştım. Gözlerime batarak süzülen su damlaları ile başımın üzerinden tenime çarpan sıcak su nefes alamayacak kadar buhar yaratmıştı banyoda. Sırtıma çarparak acı veren su tanecikleri usulca süzüldü, tenimden kaydı ve yok oldu. Dudaklarımdan çıkan soluklarım buhara karışarak boğmaya yeminler eder gibi yorgunca havaya karışıyordu. Kaç saattir burada oturduğumdan, kaç saattir suyun aktığından ve benim uyumak için çırpınırcasına içimdeki isyanı duymadan sessizce boş duvarları izleyerek vakit kaybettiğimden haberim yoktu.

Gözlerimi yavaşça kapatarak akan su ile biraz daha mayıştım, çıkmam gerekti ancak çıkacak gücü yorulmuş halim ile kendimde bulamıyordum. Belki de kaçtığımı bilerek buradan çıkmak istemiyordum.

Utanıyordum. Dilimden dökemeyeceğim kadar büyük bir utançtı. Düşündükçe nefes alamadığım, kıvranıp durduğum ve boğulacakmış gibi hissettiğim bir utançtı. Kendimi ona karşı durduramıyor olmak, ipleri elimden hemen bırakmak, onun için kıvranmak ve hatırladıkça yaptıklarım ile boğazımı yakanlar, utançtan ve bu duygunun körüklerine kadar hissettirdiklerinden ibaretti. Alnımı dizlerime yaslayarak buruşturdum yüzümü, kendimi kendime dahi uzak hissediyordum. Ona karşı durmak istemediğim ancak olursa diye düşünmeden ilerisini arzuladığım o anda bir uçurumdan düşüyormuş gibi buz kesişimi hatırlamak sıcak suyun altında titretti bedenimi. Başıma keskin ağrı saplanmış gibi burnum sızladı.

Artık çıkmam gerektiğini ve bir an önce uyumak için kendimi bırakmaya ihtiyacım olduğunu biliyordum ancak Cesur odadayken çıkamayacağımı hissediyordum. Üzerimi örterek karanlık odada gözlerini kapatmış, bana müsaade ettiğinde kendimi koşarak banyoya atmıştım. Hissettiğim utanç her şeyin ötesindeydi ve nasıl yüzüne bakacağımı bilmiyordum. Saatlerdir buradaydım, onun evdeki diğer banyoyu çoktan kullanıp duş aldığını hatta bir şeyler ile oyalanıp odaya gelmemek adına bana izin verdiğini biliyordum, ancak o süre zarfında dahi çıkmamayı tercih etmiştim. Parmak uçlarım suyun altında durmaktan buruşmuştu. Artık su rahatlatmak yerine rahatsız edici bir boyuta ulaşıyordu ve ben buhar yüzünden nefes alamıyordum.

Daha fazla burada duramayacağımı bilerek uzanarak suyu kapattığımda verdiğim sessiz soluk ile içeriden gelecek en ufak bir sesi duymaya çalıştım. Odada mıydı yoksa evin herhangi bir yerinde miydi bilmiyorum. Saatin sabaha karşı olduğuna emindim, gözlerimdeki sızı bunu anımsatmaktan çokta uzak değildi, ki bir an önce çıkmak ve burada bir ömür sürmek arasında düşüncelerim ile mekik dokuyordum. Elimi küvete yaslayarak kendimi yavaşça kaldırmış, saçlarımdan akan su izler bırakırken havlumu bedenime sardığımda kuşağı sıkıca bağlayarak kapıya yaklaşmıştım. Uyuyor muydu, bu konuda da bir fikrim yoktu. Bekledim, bu epey uzun sayılabilecek bir süreydi. Nefeslendim, onu görmemek adına olan çabam ile kıvranırken dakikalar boyu artık üşüdüğümü hissettiğimde en ufak bir ses gelmezken kilidi açmış, göz ucuyla bakındığımda hafifçe aydınlanan oda ile hızla kendimi giyinme kısmına atmıştım. Hayatım boyunca bu kadar hızlı giyindiğimi hatırlamıyordum. Her an gelebilme ihtimaline karşı iç çamaşırlarımı çabucak giymiş, uzun kollu bordo renkte eşofman takımımı giyerek ıslak saçlarımın nemini aldığımda çoraplarımı da giyerek çıktığımda buz gibi ışığın izin verdiği kadarı ile yerde duran elbisemi ve iç çamaşırımı çabucak alarak banyodaki sepete atmıştım. 

Gün ayıyordu, gözlerim sızlıyordu. Kapı kulpuna nefesimi tutarak asılmış, koridora bakındığımda evden ufacık bir ses dahi gelmezken kapıyı yeniden çektiğimde koridorun sonunda en köşede kalan küçük misafir odasına atmıştım kendimi. Kapıyı ardımdan kapatarak dolabın görüşü kapattığı kısımda yatağa ilerlemiş, ıslak saçlarımı elimle toplayarak geriye çektiğimde usulca kıvrılmıştım yatağa. Boynuma kadar çektiğim örtü ile kendimi kapatırken bir gram uykuya mahkum olmayacağımı biliyordum, ancak uyumak için çırpınıyordum. Saat beş olmalıydı, bu ışık ancak bana sabahın beşi ya da altısı olduğunu anımsatıyordu çünkü.

DİLRUBÂTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang