16. GÖĞÜS BOŞLUĞUNDAN AKAN CENNET ATEŞİ

849 23 12
                                    

Selam. Nasılsınız, iyi misiniz? Umarız ki hepiniz iyisinizdir. Biliyorsunuz ki bundan yaklaşık yirmi gün önce bazı illerimiz ağır bir depremle sarsıldı. Hâlâ da artçılar devam ediyor. Kaç ölümüz var bilinmez, kaç yaralımız var bilinmez... Lütfen kendinize çok çok dikkat edin, umuyoruz ki hepiniz iyisinizdir, lütfen iyi olun. İnşallah şu günleri çabucak atlatabiliriz ve depremler de durur.

Bölümden bahsetmeye gelecek olursak, bu bölüm normalde 11 Şubat'ta gelecekti çünkü o gün Dövüş Oyunu'nun ikinci yılıydı yani paylaşmamızın ikinci yılıydı. Bu yüzden günler öncesinde bu bölümü bitirmiştik ve ayın 11'ini bekliyorduk fakat ülkecek sarsıldık, bu durumdayken bölüm falan atamazdık. Bugün ayın 25'i, kitap için olmasa da bizim için çok özel bir gün. :) Bu nedenle bölümün bugün gelmesini istedik. (Normalde bugün de atmayacaktık fakat kafamızın biraz da olsun dağılmaya ihtiyacı var, hepimizin. Psikolojik olarak da bedensel olarak da hepimiz çok yorulduk.)

Tüm herkese geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz, ülkecek başımız sağ olsun. Allah tüm vefat edenlerin mekânını cennet eylesin. Lütfen, dikkat edin, ne olursa olsun; çok dikkat edin.

Bölüm uzun çünkü bir seneyi aşkındır bölüm atmıyoruz biliyorsunuz ki, hayatımızda olan ufak aksaklıklardan dolayı. Bu yüzden uzun bir bölümle geldik.

The Plot In You - Feel Nothing

Çağan Şengül - Küçüğüm

16. GÖĞÜS BOŞLUĞUNDAN AKAN CENNET ATEŞİ

Koyu kaldırımların üzerindeki solmuş gülleri izliyordu ruhumun yok olmuş cesedi. Karşısında biri ölmüş gibi akan yaşları dur durak bilmiyordu, bütün bedeni sızlıyordu. Boylu boyunca kaldırımın üzerindeydi, kolları solmuş birer çiçek gibi boynunu bükmüş, iki yana açılmıştı. İçindeki ıstırabı söndüremiyordu, dizleri düşmekten kana bulanmıştı. Başı hâlâ ağrıyordu ve bitikliğiyle yaşamak çok zordu. Kendini o bataklıktan çıkaramayacak kadar yorgun, bitik hissediyordu.

"Anne," diye fısıldadı kısık sesle. Dudaklarını kapatamadı, o dudaklarını araladı ama bir daha kapatamadı. Saati doluyordu, hissediyordu; melek olacaktı, yorgundu. Bu bencilliğimle mi, diye düşündü. Bu bencilliğiyle melek olamazdı, hissetmiyordu. En fazla uçan bir kuş olabilirdi, ya da minik serçesi. Evet, kesinlikle serçe olmak istiyordu. Aralık olan dudakları hacim kazandı, dudakları yine şişmiş, dolgun bir görüntü bırakmıştı. Dudakları mosmordu, ıslatmıyordu o dudaklarını, asla dokunmuyordu. Titredi, uykusuna karışmak üzereydi. Soğuk yüzünden sertçe avuçladığı yorganın uçları kırışmıştı, yorganı kafasının üstüne kadar çekmiş, içine gömülmüştü. O soluksuz alan yüzünden derince bir nefes çekti içine lâkin nafileydi, nefes alabilecek bir boşluk yoktu. Elini karnına koydu, yüzünü buruşturdu; karnını okşadı. Dayanamadı, soğuktan üşüttüğü vücudunun emareleri karnına vurmuştu, karnı ağrıyordu. Yan tarafına döndü, cenin pozisyonu aldı. Kollarını karnına sardı. Acıyla inledi. "Anne," diye mırıldandı tekrar. Annesini istiyordu, ona sarılmak istiyordu. Peki ya babası? "Baba," diye mırıldandı bu sefer, varla yok arası bir sesle. Yoksa gerçekten nefesini kaybediyor muydu? Serçe mi olacaktı?

"Asya," Küçük Aybeniz Asya'nın kirpikleri titredi. Bu ses, onun kurtuluşu olacaktı belki de. Canı acısa da biliyordu, küçük yaşına rağmen biliyordu; abisiydi. Onu kurtarırdı.

Yorganın ucu tutuldu ve yavaşça aşağıya doğru çekildi. Aybeniz Asya'nın dudakları titredi. "Abi," diye fısıldadı. Sesini karanlık yutmuştu, kendisi bile zor duymuştu. Sonrasında alnına yumuşacık, sıcak bir el koyuldu. "Hi! Yanıyorsun sen, abiciğim, bana dön."

DÖVÜŞ OYUNU (+21)Where stories live. Discover now