23. SAĞIR VE DİLSİZ BİR ADAM

135 16 123
                                    

İyi bayramlar, bayramınız mübarek olsun fıstıklar.

Biraz ara bölüm tadında oldu.

Seksendört - Sarhoş Gibiyim

Farazi, Kodes Kahra, Nana Hera - Yolumu Çizmeden Önce

(MoonDeity - Wake Up)

23. SAĞIR VE DİLSİZ BİR ADAM

Yangının başucumda başlayıp bittiğini fark eden eskimiş, tozlanmış tarih sayfaları, yüreğimi burkup kaçmak istercesine tenime yağmaya başladığında, her şeyden bihaber kalmış biçare ruhum yaşama tutunmaya çalışıyordu. Zihnimin içindeki yangın herkesten ve her şeyden fazla ruhuma ağır geliyordu, ve ruhum yaşama tutunmaya çalışırken bir de üstüne bununla uğraşamıyordu. Her şey ona ağır gelmekle yükümlüydü sanki, her şey ona ağır gelmek zorundaydı.

Yaşam, ince bir çizgiden farksızdı. Sanki ölümümüzün ardından geçmekle yükümlü olduğumuz sırat köprüsü gibiydi. İnceydi ve sadece bu hayattan olumlu çıkanlar aşabilecekti. Aslında yeryüzü de bundan farksızdı, sanki o köprü yeryüzünün öbür tarafa yansımış hâliydi, Yaratıcı her şeyi planlamıştı.

Bu çizgiyi taşırdığınız sürece ölümle burun buruna gelmek kaçınılmaz oluyordu. Ölüm, birkaç adım ötenize asılı kalmış bir tabloydu aslında. Tabloda ne olduğunu çözemiyordunuz, zira gözleriniz ileri derecede bozuktu ve o tabloda ne olduğunu çözebilmeniz için, o tabloya yaklaşmanız gerekiyordu. Her yaklaşmanızda bazı parçalar yerine oturuyordu, bazense o parçalar sizi yanıltıyordu. En sona geldiğinizde artık tablo net oluyordu, her şey yerli yerine yerleşiyordu lâkin bir sorun çıkıyordu alttan; o tabloyu anlamlandırabilmeniz için tüm vaktinizi yitirmiş oluyordunuz. Sadece tüm vaktinizi tabloyu görebilmek için harcıyordunuz.

Zihnim yanıyordu.

Zaman ilaç olamaz yaralara, derdim hep. Şu ince çizginin üstünde debelenip durduğumdan beridir de hep bunu düşünmüştüm. Zira ben düşündükçe kafayı yerdim, zaman geçtikçe daha çok streslenirdim. Zaman bana hiç merhem olmamıştı, hep ters tepmişti; hep canımı yakmıştı. Hep kafamı karman çorman etmişti. Şimdiyse bu olayın tersi bir şeyler vardı. Zaman geçtikçe içim öylesine rahatlıyordu ki, sanki bir yerlerde var olan tüm sorunlarım ben onlarla uğraşmadığım sürece düzeliyordu. Sanki resmimdeki her bir parça belirginleşiyordu. Zaman, ilk kez canımı yakmıyordu. Belki de yakamıyordu.

Henüz aydınlanmamış olan puslu ve silik yeryüzünü incelerken ağzımın içindeki kekremsi ve dumanlı tat, bana huzursuzluk verecekmiş gibi dursa da aksiydi. Sigara içmeyi özlemiş olmak bile ruhumu mest ediyordu. Hemen elimdeki kupanın içindeki çaydan yükselen sıcak buhar tüm yüzümü sarmalarken birçok düşüncenin altında eziliyordum aslında. Karnımın gurultusu ise bu sessizlikteki tek sesti, açtım ama sigara-çay yapmadan ağzıma tek lokma atamazdım.

Hayatım şu bir haftadır gayet iyiydi. Her şey yerli yerindeydi. Yaralarımı sarmaya çalışıyordum ve şaşırtıcı derecede bu sefer alttan alttan bir şeyler çıkmıyordu. Her şeyi düzeltmeye, yoldan çıkan şeyleri yoluna koymaya meyilliydim şu aralar. Bu hâlimden de gocunmuyordum asla. Çünkü öylesine çok özlemiştim ki normal yaşamımı, normal hayatımı; az daha ona kavuşamasam kafayı yerdim herhalde.

Hastaneden çıkalı üç hafta kadar oluyordu. Üç hafta kadar olsa da o üç haftanın iki haftası asla kendimde değildim. Berbat şeyler yaşıyor, kendime bir türlü gelemiyordum. Gitgide zayıflamıştım ve uyuklayıp toparlanmaya çalışmaktan, ağlamaktan başka hiçbir şey yapamıyordum. Berbattım, kelimenin tam anlamıyla sürünmüştüm. Sağ olsunlar ki arkadaşlarım her daim yanımdalardı, onlar da olmasa evde sürünüp ölürdüm yüksek ihtimalle. Zira ağzıma tek lokma atıp da karnımı doyurmuyordum.

DÖVÜŞ OYUNU (+21)Where stories live. Discover now