~36

347 95 88
                                    

Sizce bir insan ne kadar süre boyunca bir eyleme tahammül edebilir?

Bir gün? İki gün? 3,4,5.. Daha ne kadar sürdürebilirdi bir oyunu? Zor gelmez miydi sizce de?

Bir enkaz altından çıkmak için direndikçe daha da derine batması, ya da zırhını güçlendirdikçe enkazın daha da üstüne yığılması gibiydi..

Benliğini güçlendirdikçe engellerin güçlenmesi de hayatın acımasızlıklarından biriydi.

Tüm bunlara rağmen güçlüymüş gibi davranmak, gözündeki eminliliği kaybetmemek de epey zordu. Sevdikleri için ayakta durmaya çalışmak, onların endişelerine ve üzüntülerine yenilerini eklememek için gösterdikleri çaba ise son nokta oluyordu.

Gözlerinde, endişe ve hüzün yavaşça parıldamaya başlıyordu. Gün yüzüne çıkan duygu bütünlüğü ise daha da korkuturdu insanı. 'Ama o asla ağlamaz!', 'O çok güçlü!', 'O çok soğukkanlı birisi, asla endişe etmez!', 'Ama o duygusuz!'... Bu sözler duyulurdu bu sefer. En derinlerinden vuran sözler..

Sizce de acımasızca değil mi? Arkadaşlarını korumak ve üzmemek için soğukkanlı, herşeye ağlayıp insanlara yük olmamak için de duygusuz oluyordu.. İnsanlar da en az hayat kadar acımasızdı.

Artık birinin, kendisini bulmasını, sıkıştığı boşluktan kurtarmasını bekliyordu sadece.

Çalan kapı ile yerinden hızla doğruldu Seungmin. Gözündeki endişe bir nebze olsun azalmamıştı. Aksine artmış ve dayanılmaz hale gelmişti.

Kapıyı açtığı an hiç düşünmeden önündeki bedene yapışmıştı. Sımsıkı tutuyordu onu. Gözlerinde birikmiş yaşların görünmemesi için de sımsıkı yummuştu. Derin nefesler alıp kafasını göğsüne daha da yasladığında aniden küçük bir sızlanma sesi dolmuştu kulaklarına. Yavaşça geri çekilip baktığında kalbi ağırmıştı.

Chan'ın omuzunda bir bez parçası vardı ve kırmızıya bulanmış bez düşüncelerini doğrular niteliğindeydi.

Hızla geri çekilip içeriye girmelerine izin verdi. Eksiklik vardı. Wooyoung, San, Hongjong ve kızlar görünürde yoktu.

İçeriye geçen bedenlere göz gezdirdi. Hepsinin yüzünde okunan hüzün ve öfke ile daha da korktu. İçi içini yiyordu resmen. Ama toparlanmak zorundaydı. Salona geçmeden önce ise derin bir nefes alıp yeniden eski haline büründü. Tüm duygularını içinde sıkıştırıp yüzüne tek bir mimik yerleştirerek salona ilk adımını attı. Olmuyordu.. Kalbi artık dayanamıyordu. İçinde ne varsa boşaltmak ve söküp atmak istiyordu. Ama elinden hiçbir şey gelmiyordu. Sadece bekledi..

İçeri geçtiği an endişe ile konuşan, sorular sorup yerinde duramayan bedenler ile afalladı. Nasıl yapabiliyorlardı? Hiç korkmadan duygularını yaşayabilmeyi, hiç düşünmeden veya utanmadan ağlamayı?

"Chan hyung, kolun çok acıyor mu?" Dolu gözler ile soran Jeongin yerinde durmak bilmiyordu. Chan ise hepsini sakinleştirmeye çalışıyordu. Kendisi içten içe krizler geçirmesine rağmen..

"Ben iyiyim. Az sonra Mina gelir ve pansuman yapar. Zaten mermi sıyırdı. Endişelenecek bir durum yok." Chan sözlerini bitirdikten sonra kapının yanında ayakta dikilip kendisini izleyen Seungmin ile göz göze geldi. Chan'ın gördüğü tek şey dolup taşan bir bedendi. 'Ama neden susuyor?' diye geçirdi içinden. 'Neden sadece bekliyor? Niye ağlamıyor veya kızmıyor?' İstemeden kendi kendine sorduğu sorular ile de boğuşmaya başlamıştı şimdi Chan. Onca yaşadıklarının arasında şu an tek düşünebildiği  şeyin Seungmin olması bile kafa karışıklığı sebebiydi.

"Nasıl bu kadar kurnaz ve bir o kadar da acımasız olabiliyor?! Resmen ölümün eşiğindeydiniz!" Seonghwa endişeli ve korkmuş hali ile gidip geliyordu koca salonda.

Serendipity~ MinSung Where stories live. Discover now