21. BÖLÜM ''MECNUN''

297 27 13
                                    

Kar taneleri...

Çocukların mutluluğunu yansıttığı için mi bu kadar eşsizdir ?

Belki de yağmurun yeise düşürüp kar tanelerinin huzur vermesi bu yüzdendir.

İzlemek, onunla oynamak veya sadece yürürken çıkardığı sesi dinlemek... Hepsi insana ayrı bir huzur verirdi.

Ben de şu anda o kar tanelerini izleyerek huzur buluyordum. Az önce okuduğum cümle hâlâ içimde bir yerleri kemirse de karşımdaki manzara ondan apayrı bir şekilde beni farklı diyarlarda dolaştırıyordu.

Aden, cümleyi okuduktan sonra titrediğimi fark edip bana nedenini sormuştu ve ben de sadece 'Bilmiyorum.' demiştim. O da beni fazla sıkmak istememişti. Bu yüzden aşağı kata inmişti bize kahve hazırlamak için. Ben ve Müezza da yukarıda kalmıştık. Kanepede oturmuş dışarıyı seyrederken bana eşlik ediyordu. Gerçi ben ona eşlik ediyor gibi görünüyordum çünkü hanımefendi benden önce pencere pervazına kurulmuş, kıpırdamadan kar tanelerine dalmıştı.

Dışarı bakmış bunları düşünürken okuduğum cümle tekrar dimağımda yankılandı.

'Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan!'
(Risale-i Nur)

Hissettiğim korku beni hiç bırakmamış gibi eski yerini yerleşti. Bu cümlede bana ne denmek istiyordu ? Artık bir şeyler için adım atmam mı gerekiyordu ? Ama ne için ? Tamam zaten İslama yavaş yavaş geçiş yapmıştım ve her geçen gün yeni şeyler öğreniyordum.

Acaba çok mu yavaş ilerliyordum ?

Sıkıntıyla ofladım. Müezza sesimle oturduğu yerden bana baktı.

''Affedersin. Dikkatini dağıtmak istemezdim.'' Elimi kanepenin başına yerleştirdim ve çenemi de elime yaslayarak izlemeye kaldığım yerden devam ettim. ''Sadece kafam çok karışık.'' İç çektim. ''Bazen bir şeyler için çok acele ettiğimi düşünüyorum bazen de yerimde sayıyormuş gibi hissediyorum. Acele ettiğim şey ne ? Ya da yavaş ilerlediğim ? Bunun bir orta yolu yok mu ?''

Bakışlarımı ona çevirdiğimde ciddi bir şekilde bana bakıyordu. Sanki söylediklerimi anlamış gibi...

Merdivenlerden gelen ayak sesiyle dikkatim dağılınca kapıya döndüm. Çok geçmeden Aden kapıyı açıp içeri geldi. Elinde kahverengi bir tepsi tutuyordu. Üzerinde iki tane beyaz kupa ayriyeten iki tane sandviç vardı. Sandviçleri görünce o anda ne kadar acıktığımı fark ettim. Çikolata kahvelere aşkla bakmaktan kendimi alıkoyamadım.

Çünkü Aygen'in kalbine giden yol midesinden geçerdi.

Sanki kalbimi kazanmamış gibi konuşuyorum.

Yan tarafıma oturunca başımı kanepeye yaslayıp onu izlemeye başladım. İkimiz de üzerimizi değiştirmemiştik. Ben hâlâ o beyaz elbisenin içindeydim o da pantolon-gömlek ikilisinin içindeydi. Kravatını çıkarmıştı gömleğini de pantolunun üstüne serbest bir şekilde bırakmıştı. Tepsiyi ortamıza yerleştirince ellerine baktım. Beyaz ve pürüzsüzdü. Damarları çokta kalın olmayacak şekilde bir tabaka oluşturuyordu üzerinde. Parmakları ince ve uzundu. Kolundaki siyah kayışlı saatin elleriyle olan uyumuna hayret ettim.

Ya da belki ben onu bu kadar güzel görüyordum.

Hani derler ya insan birini gerçekten sevdi mi kusurlarını görmez. Çünkü istese de onun nazarında zaten kusuru yoktur.

DİLÂZÜRDEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin