Her Şeyin Bittiği An

62 27 155
                                    

"Zaman dursun ister insan. İmkansız olduğunu bilmesine rağmen diler bunu.”

Şimdiki Zaman

Atacan ile olan kısacık mesajlaşmamızdan iki gün geçmişti. Okula gidecektim bugün, çünkü çok önemli dersler vardı. Bir de yaptığım projenin sunum günüydü. İki gündür okula gitmeme sebebim bir yandan da buydu. O mükemmel projeyi yapmam gerekiyordu.

Yine sabah erkenden kalkmıştım. Kaza namazı kıldıktan sonra sabah vakti girmişti. Saat dörde geliyordu. Sabah namazını kılıp derse oturdum. Derslerimi halledip kahve içtim. Projemde birkaç konuya değindim, sunumuma göz attım. İki saat bunları tekrar etmekle geçirdim.

Sonunda dışarı adım atma vakti gelmişti. Gerçi adım atamıyordum, o apayrı bir konuydu. Hiçbir yere uğramadan direkt kampüse gittim. Saat sekize geliyordu. Daha derslerimin başlamasına iki saatten fazla vardı. Bu yüzden kütüphaneye gitmeye karar verdim. Ne kadar sevmesem de kütüphane ortamını kafeterya kadar gelmesem de sık sık gelirdim buraya da.

Kütüphanede her zamanki kişiler vardı. Sanki anlaşmış gibi her geldiğimde aynı kişiler, aynı yerlerinde olurdu. Herkes bir masaya geçer rahatça çalışırdı. Çok nadiren farklı kişiler gelir veya giderdi. Bugün de o nadir günlerden biriydi. Benim daima geçtiğim masaya -ki o masayı tercih ettiğimi çoğu kişi bilirdi çünkü tekerlekli sandalyem için daha uygundu- başkası oturmuştu. Diğer masalar tekerlekli sandalyeme çarpardı fakat bu masa nedense diğerlerinden farklıydı. İki üç tane daha bu masadan vardı. Ama onlara başkaları zaten oturuyordu.

Daimi masama ilerledim ve oturan çocuğa kısık sesle seslendim. “Özür dilerim, bir bakar mısınız?” dedim, demez olsaydım. Tunç…

“Aa, Elfida naber ya?” Sinirlenmemem ve sakın kalmam gerekiyordu, benim burada çalıştığımı bilmiyordu çünkü. Yine de durmadan karşıma çıkması moral ve sinir bozucuydu. “Teşekkür ederim Tunç. İyiyim. Üzgünüm ama burası benim masam. Şimdi dersin başka masa mı yok veya sen de otur karşıma, hayır. Çünkü tek çalışmayı tercih ediyorum. Bu masayı illa seçme nedenim ise durumuma,” deyip tekerlekli sandalyesi işaret ettim. “çok daha uygun. Lütfen başka yerde çalışırsan sevinirim,” dememle bakışları değişti. Ağır konuştun çünkü odun! İçimdeki o ses -ki daha isim bulamadım- yine konuşmuştu.

Odunmuş. Odun senin babandır. Yalancı iftiracı.

Tunç başı ile onayladı ve ardından özür dileyip kalktı. Yandaki boş masaya geçmişti. Yakınımda olmak zorunda mıydı? Eskiden beni gördüğü yerden ilk ruhu ardından bedeni uzaklaşırdı. Şimdi de öyle olsa ne olurdu ki? Olmadı. Eskisi gibi değildi hiçbir şey. Eskiden olsa benimle bir şekilde dalga geçerdi Tunç. Hayır, engelimle dalga geçmezdi ama ne yapar eder bir şey bulur ve alay konusu hâline getirirdi. Şimdi ise çok anlayışlı birine dönülmüştü.

İnat eder gibi en yakınımda olan yanımdaki masaya oturdu, yüzünün bana döneceği şekilde. Ve durmadan bana baktı. İnatlaşıyordu. Eh, hâlâ tam olarak değişmediğini bu hareketinden anlamıştım. O zamanlar da çok sinir bozucu biriydi. Ama unutmuştu, ben Tunç’tan daha inattım. Onu hiçbir şekilde takmadan derse geçecektim. Ama ondan önce saat 10.20’ye alarm kurdum ve sesini sadece benim duyabileceğim bir tona getirdim. Derse geç kalmak istemezdim. Etraftakilerin İlgisini çekmek de istemezdim.

Alarm çalana kadar olabildiğince odaklanarak çalışıp projemin son dokunuşlarını halletmiştim. Slayt üzerinden sunacaktım. Bu yüzden yazım hatası falan olmamalıydı. Slaytı en iyi hale getirmiştim ve demem gereken her şeyi aklıma yazmıştım. Projeyi sunmadan önce bir dersim vardı.

Tekrar KarşılaştıkWhere stories live. Discover now