Silüet

21 4 13
                                    

“Gerçek ile halüsinasyonun karıştırıldığı evreye varmak çok zordur, o evreden çıkmak ise imkansız kadar sıkıntılıdır.”

Günler gelip geçerken, zamanın nasıl geçtiğini anlamaz insan hayatının bir döneminde. Bir şeyleri o kadar yoğun yapar ki, kısıtı olan zamanını nasıl aptalca harcadığını daha anlamadan, zaman yok olup gider koca evrende.

Günümüz insanları zamanını telefonla geçirir, hayatındaki insanları ihmal eder. Ömrümüzün koca evrenin kısacık bir döneminde olduğunu kavrayamaz. Ölüm yokmuş gibi davranır olmuş insanlar.

Biz ise durmadan birilerinin ölümü ile uğraşıyorduk. Basim’in babası ile başlayan dönem anneannem ve Belemir ile devam etmişti. Ardından Eyvaz abi bizden gitmişti ve neredeyse Tunç da gidiyordu. Araftan dönmüştü, sanırım artık sıra bendeydi.

Son gördüğüm silüetten sonra daha yeni yeni kafamı toplamaya başlamıştım. Her geçen saniye migren ağrılarım artarken bacak ağrılarım da ona eşlik ediyordu. Bacağımı hissetmem çok güzel bir şey olsa da o kadar ağrım vardı ki bazen delireceğimi düşünüyordum. Yastığı yüzüme bastırıp tükenene kadar attığım çığlıklar, çığlıklarım ile daha da artan migren ağrılarım. 

Vücudum rahatlasın diye girdiğim soğuk duştan sonra daha da beter hale gelen migrenim, daha yorgun düşen vücudum ve bitmek bilmeyen ağrılarla dolu bir dönemden geçiyordum. Bu kadar şey yetmezmiş gibi salgına yakalanmış bir de regl olmuştum.

Daha beteri başıma gelmez, demek istesem de bunu yapmıyordum çünkü dersem olurdu! Daha beteri daima peşimden gelir, sadece bir adım arkamda dururdu. Bunu bildiğim için “Daha da kötüsü başıma gelmez.” tarzı cümleler kurmuyordum.

Atacan ile birbirimize her geçen gün daha da bağlanıyorduk. Tüm hastalıklarıma rağmen, yaşattığım o zorluklara rağmen beni bırakmıyordu. Geçmiş aklıma geliyordu bazen ama sonra geri unutuyordum. Çünkü geçmiş çok derin bir mevzuydu, o günleri bana yaşattığı için çok kez özür dilemişti Atacan. Kendini affettirmek için oldukça uğraşmıştı.

Çalan kapının sesiyle bastonlarımı alıp dikkatle kapıya yöneldim. Evet, artık baston kullanıyordum. 

“Selam,” dedi neşeyle Ervin. Hızla içeri girdi ve sarılıp oturma odasına geçtik. “Hoşgeldin güzellik, hayırdır ne bu neşe?” Normalden bayağı neşeliydi. Kafasıyla kahve makinasını gösterdi.

“Hiç elinden kahve içmedim, kahve yap da öyle konuşalım. Çok zorlanmazsın değil mi?” Heyecan kapladı dediklerinden sonra içimi. Gerçekten daha önce çoğu kişiye kahve yapmamıştım. Sırıttım ve uzun süre sonra ilk kez kendim Türk kahvesi yaptım. Ervin’in karşısına yerleştim ve tatmasını bekledim.

“Elfida, bu çok…” kötü müydü? Çok uzun zaman geçmişti yapmayalı, normaldi. “Bu aşırı iyi kızım, ne yapsak sana kahveci falan mı açsak?” Gerçekten güzel miydi? Hemen kendim de tattım ve gerçekten güzel olduğunu anladım. 

“Ay Ervin, ağlayasım geldi şuan. Yıllar sonra ilk kez kahve yaptım ben ve çok güzel oldu!” Kafasını sallayarak onayladı ve duruşunu dikleştirdi. Ciddi bir konu konuşacağı zaman bunu yapardı, içimden bir his tahmin ettiğim şeylerden olacağını söylüyordu. Ya Barlas ya da tekrar taşınmak…

Anlatmaya başladı. Başta bu kişinin ismini vermedi, X kişisi dedi. Ama ben en başından anlamıştım. Barlas şuanki konumuzun ana karakteriydi.

“X’i görünce ben çok garip oluyorum, içim pır pır ediyor. Bu nasıl bir histir? Kalbim daha hızlı çarpıyor, iyice yanına yaklaşmak istiyorum. Ben bu kişiyle durmadan konuşmak istiyorum. Uzağa gidiyor bazen, şehir dışına falan. Ya deli gibi özlüyorum! Bir an önce gelmesi için dua edip duruyorum bu ne? Ben ne hissediyorum bu çocuğa? Ne bu hislerin adı? Sen bilirsin.”

Tekrar KarşılaştıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin