1. Bölüm

4 1 0
                                    

MS 1315 İNGİLTERE

''Haydi Ronny! Kalkma vakti. Bugünün önemini kavrayamadın mı ?''

Ağabeyim James yine sabahın köründe uyanmış ve başımda horoz gibi ötmeye başlamıştı. Gece neredeyse bira fıçısına düşmüş olan birisi nasıl böyle erkenden kalkabilirdi ?

Başım ağrımaya başlamıştı. Ani bir sızıyla irkildim. Bu içkinin en sevmediğim noktasıydı. Yine de dün geceyi hatırlatmaması sayesinde bu hayatta vazgeçemediğim en'lerden biri oluyor ve ilk sırayı alıyordu. Bu hayatta her zaman kötü hatıraları, hatırlanmaması gereken yaşanmışlıkları unutturacak şeyler lazım. İçki gibi.

''Alex'in yanına git, beni rahat bırak.'' diye çıkıştım. On dokuz yaşında şovalyeliğinin ilk günlerini yaşayan kardeşim ile ilgili dün gece hatırlayabildiğim tek şey, ben sızıyorken içmeye devam ettiğiydi. Şimdi hatırladım.

Velet. Nasıl olur da ondan önce sızarım ? Oysa aramızdaki yaş farkı da fazla değil, yine de bünyesi her zaman daha kuvvetlidir. Uykusu da öyle.

Benim yerime onunla uğraşsa daha iyi olacaktı. Soğuk olan havanın bu sıcacık yatağından kalkmak istemiyordum. Sobada yanan odundan çıkan çıtırtı sesleri mayışıp tekrar uyumamı sağlıyordu.

Homurdana homurdana başımın dibine gelen James hızlı bir hareketle üzerimde bulunun iki katlı yorganı çekti ve hafif serin hava bedenimle buluştu.

Yirmi beş yaşında onlarca savaşa katılmış ve birçok lideri yerle bir etmiş biriyim ama ağabeyim hala bana küçük kardeşiymişim gibi davranıyordu.

Belki de onun gözünde hala öyleydim, bilemezdim. Alex'te benim için öyle. Alex'i düşününce James'i daha çok anlıyordum. Bu yüzden bu canımı o kadar da sıkan bir mevzu değildi. Beni önemsemesi, aile bağlarımızın dimdik ayakta durması beni mutlu ediyordu. Birbirimizi önemsiyorduk. Bu bir ailenin sahip olabileceği en değerli şeylerden biri.

''Kar seviyesi iki metreyi bulmadan yola koyulmamız lazım. Alex'i de bir şekilde uyandır. Onunla uğraşabilecek kadar ayılmadım. Olan yiyecekleri yiyip yanımıza da birkaç erzak koyduktan sonra yola çıkarız.'' dedi.

Yeşil gözleri sert bakıyordu. Orta yaşlı yüz hatları belirgindi. Kararlı konuşuyordu. Siyah saçlarında stres ve sinirden düşmüş olan hafif beyazlıklar vardı. Gün geçtikçe bu beyazlıklar artıyordu. Çok düşünüyor çok kaygılanıyordı. Bu işi neden bu kadar önemsiyordu ki ?

Bu kadar aceleci davrandığını hiç görmemiştim. Son günlerde gelen mektuplardan sonra onda birkaç değişim vardı. Bize okutmuyordu ama son günlerde canının sıkılmasına yetecek kadar kötü haberlerin geldiği belliydi.

Yattığım yer yatağından kalkıp yavaşça doğrulmaya başladım. Ayağa kalkar kalkmaz başım döndü ve muhteşem bir baş ağrısı ile yere yığıldım.

''James. Bir papaza gidip seni lanetlemesini söyleyeceğim. Cehenneme git.'' dedim. Uykumu böldüğü yetmiyormuş gibi bir de baş ağrısı çıkmıştı. Yere tutunmuş, kendimi kaldırmaya çalışıyordum. Uzun boyuma doksan kiloyu geçen ağırlık fazla geliyordu.

Belki de çok yorgun düşmüştüm. Bir kez daha doğruldum ve bu sefer iki ayağımın üzerinde durmayı başarabildim.

Yalpalaya yalpalaya beş adım sağımda yatan Alex'in yanına gittim. Ağzı açıktı, salyası yastığına akmıştı, neredeyse ölü gibi yatıyordu.

''Bu eski tahta, harabe eve bile hemen uyum sağlamışsın kardeşim. İçkinin etkisi mi yoksa boşvermişliğinin bir tepkisi mi bilemiyorum. Eski evlerimizde de aynı şekilde hemen uyum sağlıyordun. Anne ve babamızla yaşadığımız dönemlerdeki gibi. Yani ben pek hatırmalıyorum tabi ama bebektin işte, huzurlu, sessiz bir bebek. Bu karşılaştırmalarımın yerinde olduğuna eminim.'' dedim kendi kendime.

Karanlığın Esirleri 2: ATEŞTEN DOĞANLARWhere stories live. Discover now