4. Bölüm

5 1 0
                                    

James keskin bir sesle ''Çünkü Kitab'ı Mukaddes'te 'Efsuncu kadını yaşatmayacaksın' deniyor. Kilise de zamanında ona göre karar aldı ve ona göre uygulamalarda bulundu'' dedi.

''Kitab'ı Mukaddes'te neye göre kadınların cadı olduğu savunuluyor ?''

''Aziz Augustine'nin belirttiğine göre havai güçler olan iblisler, göklerden aşağı süzülerek kadınlarla cinsel ilişkiye giriyorlardı. İşte cadılar bu yasak ilişkinin ürünüdürler kardeşim. Cadının doğuşu buradan gelir.''

Konu konuşuldukça bana daha da saçma gelmeye başlamıştı. ''Ne yani, cehennemden penis düşkünü fahişe yok mu ? Yeryüzüne gelmek için can atan şeytanların hepsi erkek mi ?
Daha ne kadar saçmalayacaksın merak ediyorum''

James sinirlendi ve suratıma sert bir yumruk indirdi. Yumruğun şiddetiyle arkamdaki tahtaya çarptım ve sol tarafımdan yere düştüm.

''Hristiyanlığın temelini oluşturan kitaba karşı gelip alay mı ediyorsun ?! Kendine gel kardeşim. Yoksa kalbini kırmak zorunda kalacağım.'' diye haykırdı. Sesi tahta harabe evin duvarlarında yankılanmıştı.

''Bu toplum dine girmeyip sapkınlık yapanları bile cadı ve büyücü olarak kabul etti. Onlarcası öldürüldü.'' dedim.

“Din insana kıymak, eziyet etmek değildir. İnançlı olmasam da Tanrı'nın sözlerinin millete acı çektirmekle ilişkili olmadığını biliyorum. Ama tek başıma ortaya çıkıp bunu kanıtlayacak kişi de ben değildim. Muhtemelen kilisenin kararlarına karşı geldiğim için beni de öldürürlerdi.”

James daha sakince  ''Kilise kanunun adı Tanrı korkusudur. Halk devamlı korkmalıdır ki Tanrı’nın gölgesi olan kilise ayakta kalabilsin.'' dedi.

Bu adam bu konuşmalarıyla bugün beni delirtecekti. Öfkem bir an olsun dinmiyordu. Sinirlerimi alt üst etmişti. Bir şövalye olarak fazla mı merhametli davranıyordum yoksa bu olanlar gerçekten canilik miydi ?

Bu soruların cevabına burada James'le dalaşarak ulaşamazdım. Krallığa gitmeliydim. Orada her şeyin sonucuna ulaşabilirdim. Atım ve çantam dışarıdaydı. Hayvanım donmadan önce yola koyulmalıydım.

''Gidelim ve gerçek neymiş öğrenelim. Ağzınızı ve her yerinizi kapayın. Sadece gözleriniz açıkta kalsın.''

Tahtadan çıkan sert seslerle beraber Alex ve James'in arkamdan geldiklerini anladım. Ne kadar hızlı o kadar iyi.

Alex ve James fazla vakit kaybetmeden at ve erzaklarını almış hemen arkamdan gelmişlerdi. Ormanın derinliklerindeki terk edilmiş tahta harabe bir evde konaklamıştık.

Etrafımız ince gövdeli ama uzun ağaçlarla çevriliydi. Her taraf bembeyazdı. Kış bu sene oldukça şiddetliydi. Karlar yumuşak oldukları için atlar yürümede sıkıntı çekmiyorlardı.

Karın şiddeti aynı hızdaydı. Büyük kar taneleri gökyüzünü kaplıyordu. Ne zaman durulur bilinmez. Ağzımızın kapalı olmasına rağmen atkılarımızın içinden duman çıkıyordu.

Bu soğuk havaya atlar uzun süre dayanamayacağı için atların üzerine eski püskü kalın yorganları atmıştık. Eyeri de o yorganların üzerine oturtmaya çalıştık ve oldu da.

Atların her kara basışındaki ayak sesleri dışında başka bir ses yoktu. Hiçbir kuşun veya hayvanın sesi gelmiyordu. Ormanda yalnız başımızaydık.

Alex ''Sizce de çok sessiz değil mi ?'' dedi aklımı okumuş gibi. Cevap vermemiştik. Her şeye bir kalıp bulmamalıydık. Evet hep tetikteydik. Ama bu kadarı kuruntuya girerdi. Yine de o ince çizgiden sapmamak için gerçekten rahatsız edici durumlarda kuruntuluk yapıyorduk.

Ormanın derinliklerinde onlarca insanın etrafta sesler yapması beklenemez. Üstelik böyle bir kışın ortasında. Düşüncelerimle boğuşurken enseme gelen saçlarımın yanından tiz bir ses geçti ve iki sıra önümdeki ağaçlardan birinde çatırdama sesi duydum.

Başımızı aniden ağaca çevirdik ve ucu sivri uzun bir mızrağın ağaca saplandığını gördük. Kalça kısmından aşağıya doğru uzanan kılıçlarımızı kınından çıkardık ve hızlıca atlarımızdan yere atladık.

Karanlığın Esirleri 2: ATEŞTEN DOĞANLARWhere stories live. Discover now