2. Bölüm

4 1 0
                                    

James'in gözlerinin içine birkaç saniye boyunca baktım ve bir ümit durumu izah etmesini bekledim. Ama sadece gözlerime bakmakla yetindi.

Arkamı dönüp yatağımın yanında duran sırt çantamı alıp kapıya doğru yöneldim. Kapıyı hızla açtım ve tenim sert geçen kışın o soğukluğuyla yeniden buluştu. Etrafıma baktığımda karın diz seviyesine ulaşmış olduğunu gördüm.

Bu harabe evin yanında duran ahıra doğru yürümeye başladım. Ahıra girdiğimde beyaz atımla göz göze gelmiştim. Sanki beni bekliyormuş gibiydi.

James ve Alex'in atları da yan yana durmuş önlerine serdiğimiz samanları yiyorlardı. Atların üzerlerinde üşümemeleri için çift kat kalın yorganlar sermiştik.

Aşırı yünlü bu yorganlar onları baya bir sıcak tuttuğu belliydi. Atımın burnunu sevdiğimde vücudunun ısısı normalin bir iki tık daha üstündeydi.

Donmasından iyidir. Yorganın bir tanesini yere atıp atımın üstüne çıkmıştım.

Atımın yelesini okşadıktan sonra ipinden tutarak geri gelmesini sağladım. Ahırdan çıkıp evin önüne geldim.

Alex şaşırmış bir şekilde bana bakıyordu. ''Fevri davrandığımı düşünüyorsun değil mi kardeşim ? James artık bize güvenmiyor. Kendi aramızda sırlar perdesi olacaksa bu kardeşliğin veya bu yakınlığın bir anlamı kalmaz. Bütün bu çektiğimiz işkencelerin nedenleri onda ve o sadece susuyor.'' dedim ve üstümüzü, konakladığımız yeri göstererek ''Ben böyle bir yaşam istemiyorum kardeşim. Yüksek rütbeli bir şövalye olarak daha onurlu bir yaşamı hak ediyorum. Hak ediyoruz. Artık bu saçmalıklara katlanamıyorum. Böyle bir yaşam sürmek de istemiyorum. O yüzden başka krallıklara gidip onlara şövalyelik teklifinde bulunacağım.'' dedim.

Yağan kar şiddetini arttırmıştı. ''Atım ve ben donmadan önce yola koyulsak güzel olacak. Daha gidecek çok yolumuz var.''

Kalın paltomun şapkasını kafama geçirip atımı yola doğru döndürüp yavaş adımlarla gitmesini sağladım.

Yavaş yavaş giderken James arkamdan ''Veba'' diye bağırdı. Atımı hemen durdurdum kafamı sağa doğru eğerek dinlediğimi belirttim.

''Bütün ülke veba, lepra, ezibel, kolera, infulenze ve frengi ile boğuşuyor. Onlarca hastalık gün yüzüne çıkmış durumda. Ve bu hastalıklara yakalanan insanlar çok acı şekilde can veriyorlar. Bizler ülkenin neredeyse kıyı kesimindeyiz.

Bulunduğumuz topraklara henüz hastalıklar gelmedi. Krallığa gideceğimiz zaman ağız ve burunlarımızı sıkıca kapatıp sadece gözlerimizi açıkta bırakacağız.'' dedi. Umarım aklımdaki değildir. Hayır bu kadar ahmakça olamaz.

Atımdan hızlıca indi ve koşar adımlarla James'in karşısına dikilip sus işareti yaparak aklımdan geçen o saçma düşünceyi söyledim

''Kilise bunun cehennemden geldiğine inanıyor değil mi ? Veya birinin laneti gözüyle bakıyor.'' Sustu. Birkaç saniye sonra yavaşça başını onaylar şekilde salladı. Kahretsin!

''Keşişlere ne olmuş ? Duaları Tanrı'ya ulaşmamış mı ? Lanetli birini veya laneti yayan büyüleri güçlü olan bir grubu bize mi katlettirecekler ? Kendileri bu emri verebilecek kadar cani ama ellerini kana bulamayacak kadar saf ve temizler öyle mi ? Bunları bile bile verilen emirlere uyacak mıyız yani ?! Bu aptallıktan başka bir şey olamaz James. Bu düpedüz aptallık !''

Alex sadece dinliyordu. İkimizin kavgalarına çoğunlukla karışmazdı. Sadece dinlemeyi tercih ederdi. Bu küçük bir kardeş için her zaman doğru bir seçimdir.

James sabrını yitirmeye başlamıştı. Daha da çok hiddetlenerek ''Biz bu topraklarda doğup büyüdük. En zor zamanlarda arkamızı dönüp çıkıp gidemeyiz. Bize verilen görev ne ise onu yerine getirmek zorundayız. Kiliseye de soyumuzun başlarından beri bağlı bir aileyiz. Bunu nasıl unutursun ?!'' dedi.

Tutarsız konuşması insanı deli ediyordu. ''Her savaş sonrası kızlarla yatıp içki partilerinde en önde yer alırken katolikliğin aklına gelmiyor sanırım. Yeryüzü günahlarla örülü. Bunu hiçbir şey değiştiremez. Bırak da bunu hemen yapsın. Tabii kilisenin bu dediklerini umursadığım için değil ama bu gerçekleşecek bile olsa cehennemin yeryüzüne açılan kapısını kapatacak kişi ben değilim. Eğer gidersek...'' sözlerime devam ederken Alex ''Ölürüz.'' diyerek araya girdi.

''Oraya gidersek muhtemelen bir hastalığa yakalanıp savaşı kazansak bile zaman içerisinde yavaş yavaş ölürüz.'' diye sözlerine devam etti.

''Krallığa gittiğimizde keşişlerde orada olacak. Muhtemelen bize bunun ne kadar onurlu bir iş olduğunu anlatacaklar ve güya gaza getirmeye kalkışacaklar.

''Her şey ülkemiz, topraklarımız ve masum insanlar için'' masalları. Buna kanacak mıyız yani ? Öyle mi ağabey ?'' Bu sorusu James'e idi. ''Göz göre göre ölüme mi gideceğiz ? Ne için ? Kimin için ?''

James tahtadan yapılmış harabe eve yeniden girdi. Üzüntüsü her halinden anlaşılıyordu. Her zamankinden daha sert geçen bu kış mevsiminde bu evde donmamamız mucizeydi. İyi ki ev sıcağı tutuyordu.

Yaktığımız odunlar içeriyi güzel ısıtıyordu ve soğuğun girmesine izin vermiyordu. Neyse ki yiyecek ve içecek erzağımız bolca vardı. Saraydakiler en azından bunu sağlıyordu. O da ölmememiz içindi. Ölmeyip uzun süre saraya ve büyük krallığı koruyabilelim diye. Resmen kullanılıyorduk. James bunların farkında değil miydi ?

Karanlığın Esirleri 2: ATEŞTEN DOĞANLARWhere stories live. Discover now